21. Yüzyılda İspanya Futbolu

İspanya futbolla 19. yüzyılın sonrasında Britanyalı göçmenler ve Britanya’da okuduktan sonra ülkesine geri dönen öğrenciler sayesinde tanışmış bir ülke. Ardından İspanyol halkının bu sporu fazlasıyla sevmesiyle birlikte futbol günümüzde İspanya’daki en popüler branş olarak dikkat çekiyor. Bahsedilen popülerlik sonucunda ise Avrupa’da kulüp bazındaki en büyük turnuva olan Şampiyonlar Ligi’nde İspanyol takımların diğer ülke takımlarına göre daha başarılı olduğunu söylemek mümkün. Bu kupayı kazanan yalnızca iki İspanya takımı olmasına rağmen; toplamda kazanılan 19 Şampiyonlar Ligi kupasıyla İspanyol kulüpleri diğer ülkeleri geride bırakmış durumda.

İspanya

İspanyol takımlarının Avrupa’da kulüp bazındaki başarılarına bakarsak 21. yüzyılda bir yükselişin gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bunu istatistiksel olarak açıklamak gerekirse 1999/2000 yılı öncesinde oynanan 15 Şampiyonlar Ligi finalinde İspanyol takımları yalnızca 8 final kazanabilmişti, eski ismiyle UEFA Kupasında ise oynanan 4 finalden 2’sinde kupayı kazanmışlardı. Yani 1999/2000 öncesi dönemde toplamda oynanan 19 finalde İspanyol takımları 10 defa mutlu sona ulaşmayı başardı.

21. yüzyılda ise Şampiyonlar Ligi’nde oynanan 15 finalde 11 şampiyonluk, Avrupa Ligi’nde oynanan 14 finalde ise yine 11 şampiyonluk geldi. Yani 21. yüzyılda oynanan 29 finalde İspanyol takımları toplamda 22 defa mutlu sona ulaşmayı başardı. Bu tablonun fazlasıyla etkileyici olması yetmezmiş gibi, şu ayrıntının da es geçilmemesi gerekiyor. Kaybedilen 7 finalden yalnızca 2’si farklı bir ülke takımına karşı kaybedildi. (Avrupa Ligi’nde Bilbao Atletico Madrid’e karşı, Espanyol ise Sevilla’ya karşı final kaybetti; Şampiyonlar Ligi’nde ise Atletico Madrid 2 kez, Valencia 1 kez Real Madrid’e final kaybetti.) Kısacası 00/01 yılında Şampiyonlar Ligi’nde Valencia’nın Bayern Münih’e kaybettiği final ve yine aynı yılda UEFA Kupasında Deportivo’nun Liverpool’a kaybettiği final dışında herhangi bir İspanyol takımı farklı bir ülke takımına karşı final kaybetmedi. Peki 21. yüzyılda yapılan hangi reformlar İspanya’nın bunu başarmasını sağladı?

İspanya

Birlik Olmak

Tarihler 1 Nisan 1939’u gösterdiğinde İspanya’da yaklaşık 3 yıl süren iç savaş bitmişti ve herkes gibi İspanyol halkının beklentisi de artık bir barış ortamında yaşamaktı. Fakat bu beklentiler kısa vadede gerçekleşmedi. 1947’de kabul edilen ve İspanya’yı yeniden bir krallığa döndüren veraset yasası ve Baskça, Katalanca gibi dillerin yasaklanması sonucu farklı kökendeki insanlar arasında kopmalar başladı.

Halklar arasında duyulan nefret ve öfke ister istemez futbola da yansıyordu. Bu dönemde oynanan birçok karşılaşmada oyuncuların sert müdahalelerine ve taraftarların şiddet içeren hareketlerine şahit olmamız mümkün.

İspanya’da yaşanan siyasi olaylar futbola öfkenin yerleşmesine sebep oluyordu.

JORGE VALDANO (ESKİ ARJANTİNLİ FUTBOLCU)

Yaşanan bu dönem ve olaylar sonrasında, tarih 1977’yi gösterirken İspanya’da yeni bir dönem başladı. Yeniden demokratik bir ülke olma kararı alan İspanyollar için birçok alanda değişiklikler gerçekleşti. Halk ilk olarak toplumda oluşan öfke ve güvensizlik ortamından kurtulmaya çalıştı. Toplumsal değişimlerin yaşandığı bu dönemde ülkenin en sevilen spor branşı olan futbolda da yeni bir imaj yaratarak var olmayı denediler.

YENİ BİR İMAJ: GELECEĞİN OYUNCULARINI DEĞİL OYUNUNU ARAMAK

Yeni bir imaj yaratmak isteyen İspanya’da ilk ileri sürülen fikirlerden biri; başarının, bir grup oyuncunun birbiriyle iyi anlaşması sonucu geleceğiydi. Bu fikrin gündeme gelmesinde tabii ki dönemin birlikte oynayan etkili futbolcuları Martin Vazquez, Manolo Sanchis, Michel, Pardeza ve Butragueño gibi isimlerin performansının etkin olduğunu söyleyebiliriz. Bahsedilen bu futbolcularla birlikte İspanya belki de ilk defa bir Dünya Kupası’na büyük beklentilerle gitti. 1986’da Meksika’da düzenlenen Dünya Kupası’nda İspanya istediğini alamadı fakat, Belçika mücadelesinde penaltı atışları sonrası elenen ülkede en büyük eleştirilerin odağında takımın yeterince soğukkanlı olmadığı görüşü hakimdi.

1986 sonrası İspanya’ya yapılan bu eleştiriler ülkedeki futbolu değiştirmeye başladı. Öncelikli olarak takımlar bu turnuva sonrası daha soğukkanlı oyun sistemlerini denediler. Bu değişim aslında İspanya’da futbol alanındaki ilk reformdu. Değişim tek adımda gerçekleşemezdi. Bu yüzden İspanya, yeni yönelimlere başvurdu. Bunlardan biri ise, saha içine yapılan yatırımların dışında saha dışına yapılan yatırımların da önemli olduğu görüşüydü. Biraz daha derine inmek gerekirse, birçok takım dünyadaki çeşitli yerlere scouting ağı kurmayı hedeflerken, İspanyol takımları dünyada yetişen yeni futbolcuların yanı sıra dünyada oluşan yeni futbol anlayışlarını irdelemeyi tercih etti. Bunun önemli örneklerinden birisi ise Athletic Bilbao’nun altyapı tesisi olan Lezama ve Barcelona’nın La Masia tesislerinde ortaya çıktı.

20. yüzyılda her ülkede olduğu gibi İspanya’da da kalecinin sadece top kurtarması önemliydi. Yani bir kalecinin iyi olup olmadığı sadece kurtardığı toplar ile ölçülüyordu. Bahsettiğim tesislerde ise ortaya atılan fikir şuydu: Neden sahadaki bütün oyuncuların top hakimiyetleri ve pas isabetleri aynı olmasın ve neden kalecileri oyuna dahil etmiyoruz? Bu fikir ışığında başta İspanya’da başlayan kalecinin top hakimiyetlerinin iyi olması görüşü önem kazanmaya başladı. Bu yönelimin önemli örneklerinden birisi ise Lezama tesislerinde yetişen ve Chelsea’ye 2018 yılında 80 milyon euro gibi ciddi bir bonservisle satılan Kepa’ydı.

Soğukkanlı futbol ve kalecilerin oyuna dahil olması anlayışı İspanya’da yeni reformları getiriyordu ve artık ülkede oluşturulan yeni imajlar ilerleyen yıllarda dünyaya yayılıyordu. Kısacası İspanya 21. yüzyılda artık yeni oyunlar oluşturup birkaç yıl sonra bunu dünyaya yayıyordu. Bu ilerlemelerin ise son aşaması Guardiola ile gerçekleşti. Yeni oluşturulan imaja Guardiola kültürel bir boyut kazandırmak istedi ve Barcelona’da yaptığı topa hâkim olma oyunu sonucunda İspanya’daki neredeyse tüm takımlara bunu entegre etti. Biraz daha açıklayıcı olmak gerekirse rakip topa ne kadar az hâkim olursa bizim gol yeme ihtimalimiz az olur. Ayrıca biz topa ne kadar çok hâkim olursak bizim gol atma ihtimalimizde o kadar fazla olur. Bunu sağlamak için ise ciddi manada topu geri kazanma süresini kısaltmak gerekir. Bu yüzden topu kaybettiğiniz anda rakibe karşı güçlü bir pres uygulamak zorundayız. Bu anlayış her ne kadar Barcelona’da ortaya atılmış olsa da kısa sürede İspanya’daki her takım için önemli olmaya başladı. Ayrıca geçmişte ortaya atılan soğukkanlı futbol anlayışını benimseyen takımlar, bu anlayışa kısa sürede entegre olmayı başardı. Birçok İspanyol takımı kendi ülkesinde ve Avrupa’da topa hâkim futbol anlayışını benimsemeye çalıştı ve bu sayede rakiplerine karşı özellikle tek ayaklı final maçlarında istedikleri skoru aldılar.

İspanya Milli Takımı

21. yüzyılda İspanya’nın başarıları yalnızca kulüp bazında değildi. İspanya ülke olarak 21. yüzyılda özellikle şu ana kadar ki dönemde altın çağını yaşadı diyebiliriz. Yine istatistiksel olarak konuşmak gerekirse 2000 öncesinde oynanan 2 Avrupa Şampiyonası finalinden birini kazanan İspanya, 2000 sonrası döneminde oynadığı 2 finali de kazandı. Ayrıca 2010 yılında Dünya Kupası’nda ilk defa finale çıkan İspanya, tarihindeki ilk dünya şampiyonluğunu da bu yılda kazandı.

Aslında “Birlik Olmak” bölümünde anlatmaya çalıştığım problemler kulüplerden daha çok milli takımı etkiledi diyebiliriz. Çünkü, bahsedilen dönemde milli takımın kazanması yalnızca hükümet için önemliydi. Özellikle bazı bölgelerdeki takım taraftarları için milli takımın önemi neredeyse yok gibiydi. Ayrıca bu dönemde hükümet milli takım adına kararlar alabilme yetkisine de kısmen sahipti. Bunun en önemli örneği, 1960 yılında Avrupa Kupası’nda yaşanan olaydı. Ciddi manada kadrosunda etkili isimler bulunan İspanya takımından beklenti bu turnuvada yüksekti, fakat rakip olarak Sovyetler Birliği gelmesi sonucu hükümet İspanya takımının bu maça çıkmasını istemedi ve iki ülke arasındaki karşıt görüşler belki de İspanya’nın mutlu sona ulaşmasını engelledi.

İspanya için geçiş dönemi olarak nitelendirilebilecek 1980 ve 2000 yıllarını fazlasıyla iyi değerlendirdi. Bu sürede yaşanan özellikle iki olayda taraftarları kazanma konusunda olumlu etkiledi. Bu olaylardan ilki tartışmasız 1986 Dünya Kupası’nda Danimarka’ya karşı alınan galibiyet sonrası Cibeles Meydanı’nda taraftarların ilk defa milli takım adına kutlama yapmasıydı. Bir sonraki turda istenilen sonuç alınamamış olsa da bu İspanya futbol tarihinde ülke bazındaki en önemli olaylardan biriydi. İkinci önemli olay ise 1992 Barselona Olimpiyatlarında İspanya milli takımının yakalamış olduğu ciddi başarıydı.

2000 sonrasına gelindiği zaman ise İspanyol taraftarı artık bir başarı istiyordu. Bunu sağlamak için birçok farklı teknik direktör denenmiş olsa da istenen başarı gelmedi. En sonunda ise 2006 Dünya Kupası öncesi İspanya Federasyonu Luis Aragones ile anlaştı.

“İspanya, tarih boyunca kendi kapasitesi ve yeteneklerinin çok altında oynayabilmişti.”

John Carlin

İngiliz yazar John Carlin, İspanya milli takımıyla ilgili bu yorumu yapmakta. Aragones ise buna katılır bir şekilde artık bunu değiştirmek isteyen bir kimlikle İspanya milli takımının başına geçti. Değişimleri ise açık konuşmak gerekirse her alanda yaptı diyebiliriz. İlk yaptığı değişiklik takımın lakabını değiştirmekti. Aragones döneminde İspanya milli takımı “Kırmızılar” unvanını aldı. Ayrıca takımın önemli parçalarından Raul’u kadrodan çıkartarak herkesi şok eden bir karar aldı ve bu ülke çapında çok büyük eleştirilere sebep oldu. İspanyol gazeteci Paco Gonzalez ise bu hareketi şu şekilde açıklıyor.

“Bu hareket takımda ‘Hepimizin şansı var.’ duygusunu uyandırdı.”

Ayrıca Aragones’in 2008 kadrosuna bakacak olursak; kadroda Real Madrid’den 2 ve Barcelona’dan 3 oyuncu yer alıyordu. Başta Valencia, Sevilla, Mallorca gibi takımlar olmak üzere birçok İspanyol takımından oyuncu alınmıştı. İstenilen ve hatta aranılan rekabet ortamının fazlasıyla Euro 2008 turnuvasında yakalandığını söylememiz mümkündü. Ayrıca turnuva boyunca sahada olan takım içinde herhangi bir aksaklık bulunmuyordu. Birçok oyuncu farklı takımlarda oynamasına rağmen, İspanya bir bütün halinde sahada yer alabiliyordu. Oluşturulan bu güçlü oyun sonucunda ise İspanya 2008 yılında Avrupa Şampiyonu olmayı başarıyor, ardından 2010 Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Şampiyonasında da mutlu sona ulaşarak 6 yıllık bu ciddi dönemi deyim yerindeyse domine ediyordu. Kazanılan 2010 Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Şampiyonalarında takımın başında Aragones yerine Del Bosque yer almış olsa da Aragones birçok oyuncu tarafından yarattığı bir bütün olma anlayışıyla birlikte dönemin İspanyol futbolcularının kahramanı olarak 2014 yılında hayata gözlerini yumuyordu.

İspanya

Bütün parçaları birleştirmek gerekirse İspanya hem kulüp hem de milli takım bazında zaman zaman inişler göstermiş olsa da 21.yüzyıl süresince Avrupa bazındaki en baskın ülke olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu yakalanılan başarılarda ciddi manada görev alan birçok teknik direktörün, oyuncunun ve hatta taraftarların payının çok yüksek olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Yapılan yatırımlar ve artık geçmişten farklı olan bakış açısı ise ilerleyen yıllarda da İspanyolların daha ileriyi hedeflediği kanısına varmamızı sağlıyor.  


Plase:

Total
0
Shares
Önceki Yazı
Parabolica

82 | Sezon Finali

Sonraki Yazı

Borussia Dortmund: Sarı Duvar

Bunlar da ilgini çekebilir