Altın Madalya Isırmak: Bir Tuhaf Gelenek

“Bunu kelimelerle anlatmak çok zor ve hatta imkansız. Tadını dilinde hissedersin, parmaklarının arasında hissedersin, elektrik gibi… Bağımlılık gibi, sana kancayı takar. Diğer insanlarla birbirimizi anlamamız imkansız, çünkü diğer insanlar bunu hiç hissetmedi.”

2016 yapımı Stephen Gaghan filmi Gold’da, altın madencisi olan Michael Acosta altın bulmakla ilgili bu cümleleri kullanıyor. Filmdeki bu cümleler bana, bir insanın yaptığı işte en önemli ödüle ulaşma isteğinin, içinde nasıl duygular yarattığı ya da yaratması gerektiğini hatırlatır. 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nı da izlerken, madalya kazanmaya yaklaşan sporcuların yüzündeki ifadeyi, gözündeki ışığı, hareketlerindeki enerjiyi gördüğümde bu cümleler aklıma geldi. Bir de üstüne her olimpiyatlarda olduğu gibi madalya kazanan sporcunun kürsüde adeta antik bir define avcısı gibi o madalyayı ısırdığını görmek, yıllardır merak ettiğim bir soruyu araştırmama sebep oldu.

2020 Tokyo Olimpiyatları resmi Twitter sayfası da konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve “#Tokyo2020 madalyalarının yenilebilir olmadığını resmen doğrulamak istiyoruz.” tweet’i ile konu üzerindeki tüm kara bulutları dağıtmışa benziyor. Biz de Tokyo 2020 resmi Twitter sayfası adminine benzemeyelim ve şakayı bırakıp yazımızın gerçek gündemine dönelim. Kazanan sporcular madalyasını neden ısırır?

Son olimpiyatlarda, Japon halkının bağışladığı elektronik cihazların geri dönüştürülmesi ile yapılan ve “Çeşitlilik İçinde Birlik” ve “Uyumdan Gelen Yenilik” mesajları ile tasarlanan bu madalyalar için aslında artık maden bile değil diyebiliriz. Buna rağmen yıllardan beri süregelen bu gelenek için acaba bir takıntı ya da zorunluluk denebilir mi? Uluslararası Olimpiyat Tarihçileri Derneği Başkanı ve Yürütme Komitesi Üyesi David Walleczinski, 2012 yılında verdiği bir röportajda, madalyaların ısırılma sorumluluğunu fotoğrafçıların sırtına yükledi. Sözlerine ise şöyle devam etti:

“Bence buna ikonik bir çekim, muhtemelen satılabilecek bir şey olarak bakıyorlar. Bunun sporcuların muhtemelen kendi başlarına yapacakları bir şey olduğunu düşünmüyorum.”

Philadelphia’daki Temple Üniversite’sinde profesör ve Amerikan Psikoloji Derneği eski başkanı psikolog Frank Fayley ise konuyu daha farklı bir açıdan değerlendirerek madalya sahiplerinin madalyaları gerçekten ısırdığına inanıyor. Çünkü bu noktada kazanmış sporcular da daha önce ısırmıştı.

“Kazanan zamanın, kazanan kültürün bir parçası olmak istiyorsanız, o kazanma pratiğine katılırsınız. Yine de sporcuların bir aitlik duygusuyla da bunu yaptığına inanıyorum. Isırmak, madalyaları senin yapar ve başarınızla duygusal bir bağ kurmuş olursunuz. Bu hepimizin derinliklerinde yer alan bir duygu, olimpiyat madalyasına kendini damgalamak gibi bir şey.”

Bu durumda, bu konunun olimpiyatlarla sınırlı kalmasını beklemez miyiz? Kesinlikle, dediğinizi duyar gibiyim. O zaman gelin şöyle bir tenise gidip gelelim. Takip edenler iyi bilir ki 2005 yılında Nadal’ın kazandığı ilk grand slam olan Fransa Açık’tan sonra kupasından bir ısırık alması o dönem oldukça gündem yaratmıştı. Sonrasında, günümüze kadar kazandığı her turnuva sonrası bunu yapan Nadal, bu ısırıkları neden alıyor?

İlk turnuvayı kazandığımda ısırmaya başladım. Sonra devam ettim. Bilmiyorum, öpüşmekten daha çok hoşuma gidiyor. Her şey bir şaka olarak başladı ama sonra fotoğrafçılar sürekli bunu yapmamı istediler. Devam ettim ve şimdi başka seçeneğim yok. Sizi temin ederim ki tatları pek hoş değil.

Rafael Nadal | Tennis News | Sky Sports

Böylece, aslında Nadal da Walleczinski’nin söylediklerini doğrular nitelikte cümlelerle anlatıyor konuyu. Diğer bir açıdan da olimpiyatlarda gördüğü o ikonik görüntüden psikolojik olarak o kadar çok etkilendi ki Farley’in dediği belirttiği gibi o kültüre bir şekilde dahil olmak istedi. Buna rağmen Doha’da kazandığı kartal şeklindeki kupayı ısırması, beni Wallenczinski’nin düşüncesine daha yakın hissettiriyor. Gerçekten bu fotoğraftan sonra ikna oldum, öyle garip ki…

Tekrar konumuza, olimpiyat madalyalarının ısırılmasına dönelim. Bu eski gelenek, gerçekten de büyüklerimizin yaptığından farksız şekilde, eski zamanlarda eldeki parlak metalin altın olup olmadığını belirleme yollarından birisi olarak ortaya çıkmış. Basitçe bir ısırık aldığınızda diş izlerinizi görebiliyorsanız, gerçek ve hakiki altın olma ihtimali yüksek. Olimpiyatlara bu konunun nasıl geldiğine dair kimsenin net bir ispatı yok fakat tahmin edilen gerçekten de madalyanın metalinin test edilmesi. Uluslararası Olimpiyat Tarihçileri Derneği Genel Sekreteri Tony Bijkerk, verdiği röportajda sadece 1912 Olimpiyatları’nda altın madalyaların saf altın olduğunu belirtmiş. Zaten 1896 ve 1900 Olimpiyatları’nda birinciye gümüş, ikinciye bronz madalya veriliyordu. 1904 Olimpiyatları’nda ise kupa verilmeye başlanmıştı. Buradan tahmin ediyoruz ki bu güzel gelenek, 1908 Londra Olimpiyatları ya da 1912 Stockholm Olimpiyatları, yani bir asırdan fazlasına dayanmaktadır.

Yine de bu geleneği sadece fotoğrafçıların hatrına devam ettirmeyen sporcular da mevcut. 2008 Pekin Olimpiyatları’nda Michael Phelps, 2016 Rio Olimpiyatları’nda Simone Biles da kazandığı madalyaları ısırarak parçalamıştı. En çarpıcı örnek ise 2010 Vancouver Kış Olimpiyatları’nda gümüş madalya kazanan Alman kızak sporcusu David Moeller kameralara sarılıp madalyasını ısırdığını gösterirken, bir dişini Kanada’da bırakmak zorunda kaldı. %92’si gümüş olan bir altın madalya ya da %95’i bakır olan bir gümüş madalyanın gerçekliğini kontrol etmek için diş masrafı çıkarmaya değer mi? Hiç sanmıyorum.

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

61 | Suudi arabistan gp

Sonraki Yazı

Tom Byers: Tavşan Atlet Kaçarsa

Bunlar da ilgini çekebilir