Adriano Leite Ribeiro: Devrik Milano İmparatoru

Brezilya’nın meşhur favelaları Zico ve Romario gibi birçok ünlü futbol azizi çıkarmıştır. O futbolculardan bir diğeri Adriano Leite Ribeiro idi. Rio de Janeiro’da, favelaların fakir çocukları kurtuluşu Maracana’da, Cristo Redentor’da ve çok başka yerlerde, mesela alkolde bulabiliyordu. Adriano’nun favelalardan başlayıp Avrupa’ya ve tekrar Brezilya’ya dönüş macerasında kurtuluşunu aradığını anlatır, bu yazı. Adriano, profesyonel kariyerine 2000 yılında Flamengo’da başladı. Çok geçmeden 2001 yılında Avrupa’nın, Seria A’nın yani İnter Milan’ın yolunu tuttu. Seria A’da önce Parma’ya kiralandı. Daha sonra Fiorentina’ya kiralandı ki, burada rüşdünü ispatladı ve yüksek bir meblağ karşılığında İnter’e geri döndü. Buradaki ilk sezonunda Ronaldo de Lima’nın halefi olarak Fenomen diye etiketlenmesine yetti. Fakat derin buhrandan geçtiği bir dönem alkolle tanıştı ve o zamandan sonra işler pek istediği gibi gitmedi. Adı, o zamandan sonra sansasyonla anıldı. Bunlardan sonuncusu adının Comando Vermelho ile anılmasıydı.

Hristiyan kültürünün egemen olduğunu gösterircesine arz-ı endam edip kente ve sakinlerine kucak açan Cristo Redentor’un gölgesinin düştüğü Rio de Janeiro’da, kente ve ülkenin geri kalanına egemen olan bir diğer kültürün, futbolun, mabedlerinden biri sayılabilecek, ileride dünyayı kendine hayran bırakacak Adriano Leite gibi bir futbolcuyu yaratacak, sabık adıyla Estádio do Maracanã Stadyumu’nun varlığı biraz ironiktir.

Peki, kentin gerçek simgesi hangisidir?

Bu sorunun cevabı pek çok kişiye göre, hele ki futbol ile pek içli dışlı olmayanlara göre, Dünyanın 7 Harikası’ndan biri sayılan Kurtarıcı İsa Heykeli’dir. O halde, uzaktan, çok uzaktan, üstünkörü ve dışardan bir bakış açısıyla bakıldığında akla gelen bir diğer sorunun, yani “Asıl kurtarıcı kimdir: Cristo Redentor mu, yoksa Estádio do Maracanã mı?” sorusunun cevabı nedir?

Elbette sorudaki yerellik ve öznellik bir kenara bırakılırsa bu seçenekleri ikiye indiren soru cümlesi bir abartıdan ibarettir. Maddiyat ile maneviyat, görülen ile görülmeyen arasında satıhları tam olarak kestirilemeyen ilişkiye dair bir metafor yaratma çabasıdır. Belki de değildir. Pekala saçma bir benzetme de olabilir. Belki de seçenekler ikiden çoktur ve test çoktan bir seçmeli değildir. Belki de kurtarıcı çok başka bir yerdedir.

Gelgelelim sorunun güzelliği yerelliğinden ve abartısından ileri gelir. Memleketimizin güzide mizah âleminde, 5 liradan başlayarak 200 liraya varana kadar her defasında daha çok gülümseyen Gazi portresine ithafen “Atatürk bile zenginlere daha çok gülümsüyor!” diye söz vardır. Buna benzer bir söylem, Rio de Janeiro’nun varoş, getto ya da gecekondu mahallelerinde yani meşhur favelalarında şöyle geçer:

“İsa, zenginlere kucak açarken, bize sırtını dönüyor!”

Hakikaten Kurtarıcı İsa Heykeli, zengin muhite yüzünü dönmüşken arkasına favelaları almıştır. Bu oldukça ilginç bir mizansen tablo oluştursa da asıl önemli olan denize bakmak ile denize sırtı dönmekten geçer. Sanırım… Heykelin denize bakmasının estetik açıdan daha afili bir görüntü oluşturmasını bir kenara bırakırsak herkes bilir ki deniz kenarları pahada daha ağır arsalardır!

Her gün geçilen haberlere ve paylaşım sitelerine düşen videolara aldırmayalım ve uzaktan bakıldığında bunun tıpkı “Evet! Bu doğru! Herkes deveye binip fes takıyor!” gibi yaftalanmış bir imaj meselesi olduğundan üstün kötü bahsedip bir kenara koyalım. Fernando Meirelles’in Bafta ödüllü ünlü filmi “Cidade de Deus”da da anlatıldığı üzere favelalarda uyuşturucu trafiği, cinayet ve çete savaşları süregelen bir yaşam biçimi gibidir. Hayatı idame ettirmek zordur, zamanın başlangıcından itibaren hemen her yerde olduğu gibi bir kurtarıcı aramak ise genelgeçer ve beklendiktir. Favelada futbol, kurtarıcı rolünü hakkıyla oynar.

Ataerkil bir kafayı bir kenara bırakırsak mevzu sadece erkek egemen futbol dünyasından ibaret değildir. The Guardian’ın 17 Şubat 2014 tarihli, Jo Griffin’in “The Brazilian women using football to escape the favelas” başlıklı yazısında, favelalardaki yaşam, özellikle kadınlar nezdinde irdelenir. Kadınların içine doğdukları uyuşturucu trafiğinde bir piyon olmak dışındaki şansının bir uyuşturucu tacirinin sevgilisi olmak olduğu vurgulanır. Bunun da para kazanmanın ya da camiada bir yer edinmenin tek yolu olarak görüldüğü yazılmıştır. Pekala fuhuşu saymazsak!

“Favela Street” adlı projenin kurucusu Philip Veldhuis’in dediklerine bakılırsa favelalarda çocukların tek seçim şansı vardır: Ya uyuşturucu ağına katılacaklardır ya da futbol oynayacaklardır. Favelalarda futbol iyi ki çokça oynanır.

Bu gerçekten doğru!

Favelalar Zico ve Romario gibi birçok ünlü futbol azizi çıkarmıştır. 1982 yılına gelindiğinde, onlara bir yenisi daha eklenir gibi olur.

Favela’dan başlayan bir kariyer: Adriano

Şubat’ın 17’sinde Rosilda Ribeiro’dan doğma, Almir Ribeiro’dan olma, Adriano Leite Ribeiro adlı bir çocuk, Rio de Janeiro’nun favelalarından birinde doğar. Bulduğu hemen her yerde ve dahi çıplak ayakla futbol oynayan ‘Popcorn’ lakabıyla tanınan bu çocuk, o yıllarda “Tank” veya “İmparator” olarak bilinmiyordu. O zamanlardaki mütevazi lakabını arkadaşları takmıştı. Ninesi, sokalarda seyyar olarak sokak yemekleri satıyordu. Bunlar arasında patlamış mısır da vardı. Torunu maç yaptığı hemen her zaman patlamış mısırlarıyla sahanın kenarına gelirdi. İşte, lakabını buradan almıştı. Ninesinin kazandığı bu paralar çoğunlukla Adriano’nun futbol kariyerinin başlangıcı için harcanıyordu. Diğer yandan babası Almir de oğlunun kendini ve ailesini kurtaması için çabalıyordu.

Adriano’nun sonraları babasının söylediklerinden alıntıladığına göre, babası “Oğlum, sana pahalı hediyeler veremem, ama sana futbolu verebilirim.” diyerek tüm birikimlerini oğluna futbol oynaması için vermişti. Zaten yoksul bir ailenin reisi olarak pek bir şeyi olmayan bu adamın futbol ve oğlunun yetenekleri için yapmış olduğu  fedakarlık, bu sayede oğlunun hayatını kurtarabileceğine dair bir öngörü değil de nedir?

Yoksul bir ailenin çocuğu olan Adriano’nun elinde bir tek futbol vardı ve futbol da ona karşı boş değildi. Bir favela çocuğu olarak kurtarıcısından, yani futboldan istediği zengin olmak ve lüks arabalara binmekti.

Adriano, kariyerine -eğer sokakları ve “Ordem e Progresso” adlı takımı saymazsak- 1999 yılında Flamengo altyapısında başladı. O koca cüssesi ve gücüyle nam salmış bu adam, o zamanlar kariyerine sol bek olarak başlamıştı. Şükür ki çok geçmeden aklıselim kimselerce fark edilip o müthiş sol ayağının yüzü suyu hürmetine esas mevkisine, yani imparatorluk tacını giyeceği santrfora geçti.

Zlatan Ibrahimovic, Sportbible’a verdiği demeçte, Adriano hakkında şunları söyleyecekti:

Müthiş şampiyonlarla oynadım. Halihazırda ‘OHA’ olan oyuncularla oynadım. Yetenekli oyuncularla oynadım ve sonrasında ‘OHA’ oldum. İnter’deyken bu, Adriano’ydu. Onun hakkında söyleyebileceğim, daha uzun süre yapabilirdi ama yapmadı. Inter’e geldiğim zaman yaptığım ilk şey, başkandan onun takımda kalmasını istemekti. Çünkü o, birlikte oynamak istediğim oyuncuydu. Çünkü, o bir ‘hayvandı’. Her açıdan şut atabilirdi. Kimse onu durduramazdı. Kimse topu ondan alamazdı. O saf bir hayvandı. Fakat kısa sürdü.

Adriano kurtarıcısını yani futbolu bulmuştu. Ya da sahte kurtarıcısını mı demeli?

2000 yılında kulübü Flamengo ile 2 yıllık profesyonel sözleşme imzaladı. Çok geçmeden, 2001 yılında Avrupa’nın yolunu tuttu. Seria A’nın ağır toplarından İnter Milan onun için 13.19 milyon euroyu gözden çıkardığında 20 yaşlarındaydı. 2001/2002 sezonunun devre arasında Fiorentina’ya kiralandı. Takip eden sezon ise Parma’ya 14.50 milyon euro karşılığında transfer oldu. Parma’da geçen bir buçuk sezonda, çeşitli turnuvalarda toplamda 46 maça çıkıp 26 gole imza atarak rüşdünü ispat ettikten sonra Ocak 2004’te İnter Milan’a  24.50 milyon euro karşılığında geri döndü. Peru’da düzenlenen 2004 Copa America’da Brezilya kupayı kaldırırken  Adriano, Altın Ayakkabı’ya layık görüldü. 2015 Confederation Cup’ta yine aynı ödüllü alacaktı.

İnter Milan’daki ilk sezon performansı efsaneydi ve taraftarların onu, Ronaldo de Lima’nın (El Fenomeno) halefi olarak yeni “Fenomen” diye etiketlemesine yetti. Fakat bu etiket, gururlu yakasından kısa süre içinde sökülecekti.

Adriano ile Özdeşleşen Kelime: Düşüş

İnter Milan’daki takım kaptanı Zavier Zanetti İnternews’e verdiği mülakatta, çok sonraları şunları söyleyecekti:

Adriano’nun ona bakan ve onu hizaya sokan bir babası vardı. Fakat, 2004/05 sezonununda, hayal edilemez bir şey oldu. Brezilya’dan bir telefon geldi ve ona babasının öldüğünü söylediler. Onu ağlarken gördüm. Telefonu fırlattı ve bağırmaya başladı. O günden sonra, Moratti ve ben, ona kardeşimiz gibi bakmaya ve onu korumaya karar verdik. Oynamaya, gol atmaya ve attığı golleri babasına ithaf etmeye devam etti. Fakat o telefon görüşmesinden sonra, hiçbir zaman aynı olmadı. Ona Ronaldo ile Zlatan’ın bir karışımı olduğunu ve onlardan daha iyi olabileceğinden bahsettik. Yine de yaptığımız her şeye rağmen aslında hiçbir şey yapamadık. Depresyonunu yenmesine yardımcı olamadık. Ve bu hâlâ yakamı bırakmıyor.

Evet! Adriano gollerini atmaya devam etti. Gel gör ki derin bir buhrandan geçiyordu. Yeni bir kurtarıcıyla o zaman tanıştı: Alkol!

Babamın ölümü bende büyük bir boşluk bıraktı. İtalya’da yalnızdım, üzgündüm ve depresyondaydım. Ve işte o zaman içmeye başladım. İçtiğim zamanlar mutlu olduğum yegane anlardı. Önüme gelen her şeyi içiyordum: Şarap, viski, vodka, bira… Nasıl saklayacağımı da bilmiyordum. Sabahları antrenmana sarhoş giderdim.

Adriano

Gün be gün sabık kurtarıcısı futbolla araları açıldı. Sezon sezon performansı düştü. Fakat öyle büyük bir yeteneği vardı ki…

Seria A’da Inter Milan ile 2004/05 sezonunda çıktığı 30 maçta 16 gol; 2005/06 sezonunda çıktığı 30 maçta 13 gol 1 asist; 2006/07 sezonunda çıktığı 25 maçta 5 gol 11 asist; 2007/08 sezonunda çıktığı 6 maçta 1 gol; 2008/09 sezonunda çıktığı 16 maçta 3 gol 3 asist gibi istatistikler ile oynadı.

Inter Milan, sahip olduğu doğuştan gelen yetenekler ile onu her zaman kazanmaya çalıştı. 2009 yılına gelindiğinde İnter Milan’ın teknik direktör koltuğunda oturan Jose Morinho da ona şans verenler arasındaydı. Jose, son şanslarını da birer birer kullanan Adriano hakkında şunları söylemişti:

Bizim için ciddi bir mesele. Şaka değil. Bu disiplin eksikliği ile alakalı değil fakat bir şeyleri karmaşıklaştırmayı istemiyorum. Üzgünüm, kızgın değilim. Herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Nasıl biteceğini göreceğiz. Futbolcudan çok kişi (Adriano) için endişeleniyorum.

Memlekete dönüş

Nihayetinde  Adriano ile Inter Milan ilişkisi 2009 yılında sona erdi. Gel gör ki futbola yeniden dönebileceği umudu, bu sahte bir umut bile olsa, iştah kabartıcıydı. O, hakikaten, bahşedilmiş meziyetleriyle ‘belki’lerin, ‘keşke’lerin ve ‘acaba’ların futbolcusu durumundaydı.

Ülkesine, her şeyin başladığı kulübü Flamengo’ya, işte böylece döndü. Güvenilmez tabiatı gereği kulübü ona 1 yıllık sözleşme önermişti. Bu 1 yılda Adriano eski günlerinden, futbolun onun kurtarıcısı olduğu günlerden esintiler sundu. Bu performası ona ‘Çizme’nin kapılarını tekrar açtı. İtalya’nın başkent ekibi Roma ona bir şans vermeye hazırdı. Verdi de.

Heyhat!

Flamengo performansı bir illüzyon olmalıydı. Sahte bir umut ışığı… Yeni takımında 7 ayda sadece 5 maça çıkabilen Adriano, 9 ayı bulmadan Roma ile ilişkilerini kopardı.

Mart 2011’de yeniden ülkesine döndü. Bu sefer Corinthians kulübüyle 1 senelik sözleşme imzaladı. Çok geçmeden aşil tendonu yırtığı ile sakatlanıp sözleşmesinin 6 ayını iyileşme sürecinde geçirdi. Bu sakatlıktan geri döndü ama gerçekten bir dönüş müydü bu? Aslında futbola karşı son ilgisini de kaybetmişti. Bundan sonra gittiği hiçbir kulüpte 1 seneden çok tutunamadı. Ve 2016 yılında 34 yaşındayken aktif futbol hayatını sonlandırdı.

Gelgelelim o sahte umut ışığı hiç sönmedi. 2018 yazına geldiğimizde, 2018 Dünya Kupası arifesinde, Adriano’dan hâlâ olabileceğini düşünenler yok değildi. Flamengo’nun başkanı Eduardo Bandeira de Mello, Fox Sports’a verdiği mülakatta, Adriano’ya teklif yaptığı ama onun teklifi reddetiğini: “2018 Dünya Kupası’nda o 36 yaşında olacak. Ama hâlâ diğer herkesten daha iyi. Artı, Flamengo’nun bir idole ihtiyacı var. Fakat o, teklifimizi kabul etmedi,” diyerek açıklamıştı.

Favela’ya

Adriano, mahallesine yani favelalara geri döndü.

Şimdilerde onun, sabahlara kadar süren partilemeler, sabahlanan gecekulüpleri, alkol ve uyuşturucu âlemlerinden sonra borç batağına saplandığını söyleyenler, lokal bir çete olan Comando Vermelho (The Red Command/Kızıl Emir) korumasında yaşadığını da söylüyorlar.

Diğer yandan, borç meselesi ve fakirleşme mevzusunun abartı olduğunu iddia edenler, 126 bin dolarlık arabalarla gezdiğini, hâlâ partilediğini ve bu partileri değme, revaç ve geceliği on binlerce dolara patlayan mekanlarda yaptığını söylerler. Söz gelimi 2017 yılındaki doğum günü ona tam 95 bin dolara patlamıştı. Milyon dolarlık özel jetleri ise aslında pek de lüks sayılmazdı ona göre.

Neyin doğru neyin yanlış olduğu tartışma konusu olsa da, kendisinin de dediği gibi “ne yaşadığını sadece kendisi bilen”, futbolseverlerin ağzına bir parmak bal çalıp potansiyeline ulaşamadan devrilen belki de kurtarılmayı ve yardımı bekleyen Milano İmparatoru’ydu o…

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

Atatürk Hangi Takımı Tutardı?

Sonraki Yazı

Avrupa Futbol Şampiyonası Şarkıları

Bunlar da ilgini çekebilir