Bugün biraz geçmişe gidiyoruz. Ülkemizde Trabzsonpor’dan yolu geçen Polonyalı Miroslaw Szymkowiak’ın, Türkiye macerasını biraz daha detaylı bir şekilde, kendi ağzından dinleyeceğiz.
Ülkemizde birçok Polonyalı futbolcu forma giydi. Şöyle bir çırpıda ilk aklımıza gelenler Roman Kosecki, Jarosław Bako, Roman Dąbrowski(Kaan Dobra) gibi isimler. Trabzonspor ise Szymek ile başladığı Polonyalı futbolcu furyasına Pawel – Piotr Brozek, Arkadiusz Głowacki ve Adrian Mierzejewski gibi isimlerle devam etti.
Türkiye’den ayrıldıktan sonra futbolu bırakan Szymek hakkında daha sonra ülkemizde çirkin dedikodular çıkmıştı. Szymek’in o dönemdeki eşinin Trabzonsporlu bazı futbolcularla ilişki yaşadığı öne sürülmüştü. Futbolu sadece sağlık nedenleriyle bırakan Polonyalı futbolcu aslında bu dedikodular nedeniyle Türkiye’ye biraz kırgın. Şimdi onun cümleleriyle Türkiye’deki yaşadıklarını dinleyelim.
Trabzon döneminizde saçlarınız çok uzundu, Trabzon’da herhangi bir berbere gittiniz mi ?
– 1 buçuk sene hiçbir berbere gitmedim, genellikle şehre gitmeye biraz korkuyordum çünkü şehirde adeta bir “Szymkomania” vardı ve ben bir yerlerde ortaya çıkınca inanılmaz bir karmaşa oluşuyordu.
Zor başlangıçlar sizin uzmanlık alanınızdır, birkaç ay boyunca sanıyorum soyunma odasında hiç konuşmadınız.
– Aslında arada bazı denemeler oldu fakat bir kere kahvaltıya gidip herkes “Günaydın” diyeceğime “İyi akşamlar” dedim. İletişim kurabildiğim tek kişi kulübün Azeri doktoruydu. Genelde onunla Rusça konuşmaya çalışıyorduk, ona bir şeyler anlatabildiğime inanıyorum. 6 ayın sonunda kağıda “Ben sizin abinizim” yazabiliyordum.
Mesela bugün sizin bir Türk gazeteci ararsa sorun olmaz değil mi ?
– Olmaz kesinlikle ama kimsenin aradığını söyleyemem. Bazen Polonya’ya geldiklerinde Türk kulüplerinin yetkilileri ile görüşüyorum.
Türkiye bazı oyuncuları baştan çıkarmayı biliyor, sadece Polonyaları değil.
– Benim zamamında pek öyle olmasa da Fenerbahçe’de Nicolas Anelka, Galatasaray’da Franck Ribery gibi oyuncular oynuyordu. Şimdi Türkiye’de daha fazla para var. Ayrıca Trabzonspor’un tamamen yeni ve daha iyi bir stadyumu var.
Yaşadığınız ve bulunduğunuz şehir iki farklı dünyadır öyle değil mi ?
– Kesinlikle. Arek Głowacki’ye göre, Trabzon “tanımlanamayan” bir şehir. Ama şimdilerle çok gelişti, eskiden bir alışveriş merkezi bile yoktu. Oraya ilk gittiğimde inanılmaz korkmuştum ve bir an bile Trabzon’da kalmak istememiştim.
Peki bu transfer nasıl gerçekleşti?
– Wisła ile Türkiye kampındaydık ve Maciek Stolarczyk ile aynı odada kalıyordum. Antrenman sonrası biraz uyumuştuk, sonra aniden telefonum çaldı ve “Trabzonspor’a satıldığım” söylendi.
Anladım, peki ondan sonra ne oldu?
– Telefonla zaten yarı uyur şekilde konuştum ve “Güzel, güzel” deyip telefonu kapatıp tekrar uzandım. Birkaç saniye sonra tekrar aradıklarına olayı anlayabildim. Bana “Trabzon uçağı hazır, seni bekliyorlar” dediler. Sonra olanları sadece menajerim biliyor, 3 gün boyunca sözleşme pazarlıkları oldu ve transfer hikayem tamamlandı.
Biraz Kamil Grosicki gibi olmuş hikayeniz, o da Sivasspor döneminde pek gülmedi.
– Aslında Kamil gayet iyi bir iş çıkardı. Onunla o zaman konuşmuştum, ona “Dostum sadece sahanın içine odaklan, oyununa odaklan, yapabildiğinin en iyisini yap. Goller at, asistler yap daha sonra Beşiktaş, Galatasaray veya Fenerbahçe’ye transfer olursun. Sivasspor transferlerle yaşayan bir kulüp” demiştim. O da bana “Sivas çok sıkıcı bir şehir ama elimden yapacağım dostum” demişti.
Orange Sport’tan Paweł Zarzeczny, bir zamanlar Trabzon’da iken, otel penceresinin arkasında 500 keçi olduğunu söyledi.
– O biraz abartmış olmalı. Böyle şeyler Trabzon’da olmazdı. Böyle şeyleri genelde Türkiye’nin doğusunda görüyorduk. Mesela Diyarbakır’da keçiler yollarda geziyordu.
Görünüşe göre gerçek bir tatil alanında yaşıyordun.
– Deniz manzaralı güzel bir evim vardı fakat bu mutluluğu getirmiyordu tabii ki. Eğer Trabzonspor Maciej Żurawski’yi ya da Tomek Kłos’u almış olsaydı işler burada daha kolay olurdu hem de şampiyon olurduk.
Kulüp otobüsünün camları hiç kırıldı mı?
– Evet kırıldı. Bazen soyunma odasında uzun süre oturmanız ve öfkeli kalabalığın dağılmasını beklemeniz gerekiyordu. Kızgın oldukları zaman onlar bizi hep tellerin arkasında beklerlerdi, bağırırlardı ve bazen taş bile atarlardı.
Bazı yenilgilerden sonra şehre gitmeye korktunuz mu?
– Yenilgiler sonrası şehre gitmek tamamen anlamsızdı. Birkaç kez Ankara’ya diskoya gitmiştik. Ama bunlar tamamen istisna. Trabzon’da evde oturup bira içmeyi öğrendim.
Ama kulüpten bazıları size Leh votkası soruyordu.
– Bazıları değil sadece kulüp doktor istiyordu. Azeri doktor beni nerede görse yakama yapışıp votka soruyordu. Ama ben votka sevmiyordum, Türkiye’de gerçekten birayı sevdim. Hiç kimseyle konuşmuyor, hiçbir yere gitmiyordum. Sadece bir kere bu duruma dayanamayıp Skype üzerinden bir arkadaşımı arayıp, onunla karşılıklı viski içtik.
Türk antrenörler de Türk taraftarlar gibi mi?
– Daha çok fiziksel idmanlar yapıyorduk çünkü takım taktikle başa çıkamıyordu. Türk oyunculara gelirsek, onlar gayet teknikler fakat topu nerede vereceklerini bilmiyorlar. Birinci çalım, ikinci çalım, pas. Hayır. İkinci çalımdan sonra hala topla oynayıp daha çok adam geçmek istiyorlar. İşte bu tarz oyuncuları eğitmek için Türk kulüpleri daha çok yabancı antrenörlere başvuruyorlar.
Hala net olarak söylemediniz, Türkiye’den her şeyinizi toplayıp gitmenize sebep olan şey nedir?
– Aslında tek bir olay olmadı. Birçok olayın birikimi bu karara neden oldu. Artık dayanamıyordum her maçtan önce iğne, her kahvaltıda Voltaren, bağırsaklarım parçalanmıştı artık.
Futbolu biraz erken bırakmadınız mı?
– Henüz Eylül 2006’da Türklere bu iğnelere artık dayanamadığımı söyledim fakat bana inanmadılar. 8 yıldır hiç iğne olmayan biri olarak bu yaşadıklarımı tarif etmek çok zor. Neredeyse Trabzon’daki tüm kariyerim boyunca ağrı kesiciler aldım, günde ortalama 3 – 4 tablet yuttum, dediğim gibi midem ve bağırsaklarım çok kötü durumdaydı. Her maç öncesi iğne yapıyorlardı neredeyse ve sağlımı düşünen kimse yoktu. Bana Polonya’da yasaklanan(kardiyovasküler hastalık riski – kalp krizi veya inme tehlikesi nedeniyle) Vioxx verdiler. Vioxx’a Trabzon’da mucize ilaç gözüyle bakıyorlardı çünkü her ağrıyı kesiyordu. Sonra Vioxx’u kesip Voltaren’e başladılar. Sonunda doktorlardan biri eğer böyle devam edersem 10 sene sonrasını göremeyebileceğimi söyledi.
Aslında kontratınızın şartlarına uymadan oradan kaçtınız. Belki aldatılmış hissedebilirler.
– Hissedebilirler ama ben çoktan kararımı vermiştim. 33 günlük Dünya Kupası maratonundan sonra Trabzon’a gelip bonservisimi istedim. Bonservisimi vermediler ve bana 5 gün sonra takımla kampa gitmemi söylediler. Bu kampla birlikte toplamda 2 aydır evimden uzaktım. Bunların yanı sıra kampta oda arkadaşım sabah 4:30’da camı açıp namaz kılıyordu.
Bir Katolikle veya bir Ateist ile aynı odada kalmak mümkün değil miydi?
– Beni yanlış anlamayın, ben herkese inanılmaz saygı duyuyordum. Onlar günde 5 kere namaz kılıyorlardı. Bir ara aynı odada kaldığım arkadaş her fırsat bulduğunda namaz kılıyordu. Bir keresinde Ocak ayında Sivas deplasmanında otelde kalıyorduk ve o soğukta oda arkadaşım camı açıp ezanının sesini dinleyip namaz kılıyordu.
Eşiniz sizden önce pes edip Türkiye’yi erken etti.
– Türkiye’de memnun değildi, Polonya’dan gidip geliyordu. Bir defasında şehre gittik ve eşim kısa bir etek giymişti. Türklerin tepkilerinden sonra kısa sürede eve döndük ve eşim “Bir daha asla bu eteği giymeyeceğim” dedi.
Sanıyorum Fatih Tekke’nin mafya ile bazı sorunları vardı.
– Mafya sürekli arabasına ateş ediyordu, aynı şekilde Gökdeniz’in arabasına da. Varlıklı insanlar farklı çıkarlar peşinde koşuyorlardı, bazıları onlardan para gasp etmek istedi ve bu iş bayağı gürültülü oldu. Onları güvenlik aşısından dağlara götürdüler. Daha sonra dönemin başbakanı antrenmanımıza geldi ve bu insanları 24 saat içinde yakalayacaklarını söyledi. Bu olaylardan sonra ben de takımdan ayrılmak istedim.
Ve ayrıldın. Tüm bunların sonunda Trabzon’u nasıl hatırlıyorsun?
– (Kafasını olumlu anlamda sallıyor) Bütün bu olanlar her kulüpte yaşanıyor. O zamanki masörler, yöneticiler beni daha sonra arayıp “Ne zaman geleceksin buraya?” diye sordular. Fatih Tekke, Adem Koçak ve Ergin Keleş o dönem birlikte aynı takımda oldukları Michał Żewłakow ile bana selam yollayıp, nasıl olduğumu soruyorlardı. Oradaki insanlar beni hatırlamaktan ve düşünmekten mutluluk duyuyorlar, gördüğün gibi arkamda tamamen kavrulmuş bir dünya bırakmadım.
Szymek şu sıralar Polonya’da Canal Plus adına çalışıyor ve hala sahaya yakın kalmaya devam ediyor. Eskisi gibi sarı uzun saçları yok fakat hala karizmasını koruyor.
Röportaj Kaynak: