Barcelona 2011: Mucize Takım

Takvim yaprakları 6 Nisan 2008’i gösterdiğinde İspanya’da kış mevsimi yavaş yavaş yerini güneşli günlere bırakırken Nou Camp’ın üstündeki kara bulutların bir yere gitmeye niyeti yoktu. Barcelona – Getafe maçında Barçalı taraftarlar “elveda, güle güle” anlamına gelen beyaz mendilleri Frank Rijkaard için sallamaya başlamışlardı. Katalan ekibine gönül verenlerin bu yaptığı protestoda haklılık payı çok yüksekti. Çünkü takımları uzun zamandır beklenenin çok altında bir performans gösteriyordu. Sahaya çıkan futbolcuların yüzleri sirke satıyor, sanki birbirlerini hiç tanımıyorlardı. Teknik direktör Rijkaard’ın takım üzerindeki etkisi de sıfıra yakındı. Hal böyle olunca Barça, ligi ezeli rakibi şampiyon Real Madrid’in tam 13 puan gerisinde tamamladı. Bu 109 yıllık kulübün görebileceği en büyük felaket senaryolarından biriydi.

TEKNİK DİREKTÖR KİM OLACAK?

Aslında kağıt üzerinde kötü olmayan futbolculara sahipti Barcelona. Savunmada Puyol, orta sahada La Masia akademisinin ürünü Xavi ve İniesta, ileri uçta da Henry, Eto’o ve Messi bulunuyordu. Hepsi vadettiğinin ya da mevcut potansiyelinin çok altında performans gösteriyordu. Bunun farkında olan başkan  Joan Laporta Barça’yı daha iyi bir yere getirmek üzere teknik direktör arayışına koyuldu. Listede Arsene Wenger, Alex Ferguson, Laurent Blanc gibi birçok önemli teknik adam vardı ancak dönemin bir numaralı ismi Jose Mourinho, Laporta’nın ilk tercihiydi. Portekizli menajer Barça’yı çalıştırmaya çok hevesliydi. Katalan yöneticiler masaya oturduklarında Mourinho’dan sadece değişmesini, kulübün geleneklerine ve kültürüne yakışır bir şekilde daha ılımlı bir görüntü çizmesini istediler. The Special One’ın cevabı çok netti; “Jose Mourinho değişmez”.

Pep Guardiola’nın imza töreni. (2008)

ÇARE JOHAN CRUYFF EKOLÜ

Mourinho’yu ikna edemeyen Barcelonalı yöneticiler çareyi kendi içlerinden bulacaktı. Barça’nın B takımını çalıştıran Pep Guardiola aranan kandı. Kulübün kimyasına hakim, karakter olarak istenilen şekilde ve Johan Cruyff ekolünü benimseyen teknik adamdı. Guardiola’nın daha önce herhangi bir takım çalıştırmaması, yaşının henüz 37 olması gibi birçok neden yönetim kurulunda tartışmaya sebep oldu ancak son sözü başkan Laporta söyledi ve genç teknik adam Barcelona’nın yeni teknik direktörü oldu. Katalan ekibinin yaptığı bu hamle İspanyolların ünlü El Pais gazetesinde pek ilgi görmeyerek 13. Sayfada yer almıştı.

“Söz verebileceğim şey takımın başarısını yeniden inşa etmek için giriştiğimiz bu projede çabalamayanlara hoşgörü göstermeyeceğimdir. Elbette oyuncularımın durmadan koşacaklarını garanti edebilirim ama benim asıl niyetim oyuncuları sözlerimle ikna etmek. Planıma dahil olmalarını istiyorum ve hepsinin ötesinde yetenekli ve yaratıcı oyuncuların takım değerlerini hiçe saydıklarında kişisel olarak çok daha az değerli olduklarını anlamalarını istiyorum.”

Pep Guardiola, Haziran 2008

PEP NE DERSE O OLUR

Pep Guardiola takımın başına geçer geçmez yönetime bir rapor sunarak takımda papazlık yapan Ronaldinho ve Deco’yu kulüpten gönderdi. Aynı dönemde Dani Alves, Gerard Pique ve Seydou Keita ekibe katılan birçok isimden biriydi. Yönetim ile uyum içerisinde çalışmaya başlayan Guardiola kilo problemi olan futbolculara kadroya giremeyeceklerini iletti. Arsene Wenger vari bir hareketle tesislere herkesten önce o geliyor ve futbolcuların da antrenmana geç kalmasını yasaklamıştı. Yasağa uymayan oyuncular para cezasına çarptırılıyordu. Yasaklar arasında gece hayatı da vardı. Kontrol amaçlı futbolcular gece yarısı ev telefonlarından aranıyordu. Reklam ve sponsorluk gibi anlaşmaların kontrolü de Pep’e aitti. Futbolcular teknik direktöründen habersiz bu gibi faaliyetlerde bulunamıyorlardı. Yapılan bunca denetleme, takip, yasaklar Pep Guardiola’nın “Buranın patronu benim, ya kurallara uyarsınız ya da çekip gidersiniz!” deme şekliydi. İlerleyen yıllarda bu kurallara uymayan İbrahimoviç ve Eto’o gibi yıldız futbolcular takımdan gönderilecekti. Çünkü Pep takımın lideriydi ve o ne derse, o olmalıydı.

2008 – 2009 SEZONU

Katalan çalıştırıcı oyuncularına birinci ve ikinci bölgede neler yapacaklarını ezberletirken, onları üçüncü bölgede serbest bırakıp yeteneklerini kullanmalarını istiyordu. Topa hükmeden oyuna da hükmeder mantığı ile topa olabildiğince hükmetmeye başlamışlardı. Topu ayağından 1-2 saniye içerisinde çıkaran futbolcuları mütemadiyen yaptıkları paslarla rakibin en savunmasız anını yakalıyor, kaptırılan topta ise yapılan ani baskı sonucunda rakibe fırsat verilmeden top yeniden Barça’ya geçiyordu. Takım artık oyun pratiğini oturtmuş, deyim yerinde ise otomatik pilota bağlamıştı.

Barça’nın gövde gösterisine başladığı maç ise 2 Mayıs 2009’da oynanan Real Madrid – Barcelona El Clasico’suydu. Messi’nin tam anlamıyla ilk defa sahte 9 rolü üstlendiği derbide Katalan ekibi deplasmanda ezeli rakiplerini 6-2 ile ezip geçti. Real Madrid o zamana kadar hiçbir takımdan kendi evinde yarım düzeni gol yememişti.

Katalanlar Lig şampiyonluğuna ulaştı ancak daha önemli bir maç daha vardı. Şampiyonlar Ligi finalinde Alex Ferguson ve Cristiano Ronaldo’lu Manchester United ile tarihi bir maça çıkacaklardı. Roma’da oynanan finalde Barcelona güçlü rakibini zorlanmadan Messi ve Eto’o’nun golleriyle 2-0’lık skorla kazandı.

Şampiyonlar Ligi’ni, La Liga’yı ve Kral Kupası’nı kazanan Barcelona bunu başaran ilk İspanyol kulübü oldu. 38 yaşındaki Guardiola, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan en genç teknik direktör oldu. Barça sezonun devamında Avrupa Süper Kupasını ve Dünya Kulüpler Şampiyonasını da kazandı. 2008-2009 sezonunda toplamda 5 kupa kazanan Barcelona kırılması zor bir rekora imza attı.

Barcelona 2011 Messi

2009 – 2010 SEZONU

Yeni sezona başlarken Barcelona için her şey yolundaydı ancak İspanya’da ve tüm dünyada gözler ezeli rakipleri Real Madrid’e çevrilmiş durumundaydı. Barça’yı durdurmak için ikinci Los Galacticos harekatını başlatan Madrid başkanı Florentino Perez; Cristiano Ronaldo, Ricardo Kaka, Karim Benzema ve Xabi Alonso gibi süper starları takımına transfer etti. Perez’in bu dört yıldız için ödediği bonservis bedeli yaklaşık 230 milyon Euro’ydu. Barcelona ise İnter’den Eto’o karşılığında İbrahimovic’i transfer etmişti.

Real Madrid transferleri yapa dursun Barcelona temposundan bir santim geriye gitmeyerek lige yine tempolu bir giriş yapıp 21 maç yenilgi yüzü görmedi. Ligde oynanan 38 maçta sadece 1 kez sahadan puansız ayrıldı. Her iki El Classico karşılaşmasında da Real Madrid’i eli boş bir şekilde evine gönderen Barcelona, ligi 99 puan ile şampiyon tamamlayarak geçen sezonki başarısını bir kez daha tekrarlamış oldu.

MOURINHO’NUN OTOBÜSÜ

Barcelona için 2010 yılının tek kötü senaryosu Şampiyonlar Ligi yarı final mücadelesinde gerçekleşti. Barça’nın rakibi Jose Mourinho’nun çalıştırdığı takım İnter’di. Yaşanan hava muhalefeti nedeniyle İtalya’ya uçak yerine otobüsle gitmek zorunda kalan Katalan ekibi ilk maçı 3-1 kaybederek Giusseppe Meazza’dan eli boş döndü. Boynu bükük olarak ikinci maça çıkacak olan Barcelona hala çoğu otorite tarafından turun favorisiydi ancak Mourinho’nun 10 kişi ile kalenin önünde otobüs çeker gibi bütün oyuncuları yerleştirmesi tura damga vurdu. Barcelona %76 ile topla oynadı, İnter sadece 67 pas yapabildi. Her şeye rağmen Pep Guardiola’nın öğrencileri bir türlü otobüsü geçemedi. Inter finalin yolunu tuttu, Barcelona ayakta alkışlanarak finale bir adım kala Şampiyonlar Ligi’ne ‘’veda’’ demek zorunda kaldı.

Barcelona – Inter Şampiyorlar Ligi yarı finali (2010)

2010 – 2011 SEZONU

Son iki sezonun şampiyonu olan Barcelona’da Pep Guardiola takıma ayak bağı olan İbrahimovic ve Yaya Toure’yi göndermekle sezona başladı. Otoriter yapısından asla taviz vermeyen genç teknik adam papazlık yapanları anında kapı dışarı etmekten asla geri durmuyordu. Kadroya da istediği takviyeler olan David Villa ve Javier Mascherano eklenmişti. Yine bir sezon önce olduğu gibi asıl değişim kendilerinde değil, ezeli rakiplerindeydi. Bir sezon önce Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona’yı eleyip şampiyonluğu kazanan Jose Mourinho Real Madrid’in teknik direktörü olmuştu. Florentino Perez, Katalanları geçmek için elinden geleni yapıyordu.

Barcelona’nın muhteşem futbolu, Real Madrid’in yıldızlarla dolu kadrosu rekabet ortamını geliştirmiş, bu iki takımın maçları tüm dünyada en çok ilgi gösterilen karşılaşma olmuştu. Bir tarafta Barça, bir tarafta Real; bir tarafta Pep, bir tarafta Mourinho; bir tarafta Messi, bir tarafta Ronaldo… Tüm gözler onların üzerindeydi. Takımlar arasında, teknik adamlar arasında ve oyuncular arasında hep bir ‘’en iyi olma savaşı’’ vardı.

Barcelona ve Real Madrid o dönemde lig, kupa ve Avrupa’da çok sık karşı karşıya geliyordu. Bu maçlardan en ikonik olanlarından bir tanesi de 29 Kasım 2010’da gerçekleşti. Guardiola’nın öğrencileri Jose Mourinho’ya kariyerinin en ağır yenilgisini tattırarak 5-0 ile Real Madrid’i bozguna uğrattı. İki sezon önce evinde 6 gol yiyen başkent ekibi bu kez de deplasmanda 5 gol yemeyi başardı. Barça, Real Madrid’e kabus senaryosu yaşatmaya devam ediyordu.

Pique, Real Madrid’e atılan 5 golün sevincini yaşıyor (2010)

MOURİNHO BU KEZ KAYBETTİ

Barcelona La Liga şampiyonluğunu sadece 2 mağlubiyet alarak kazandı. Bu üst üste kazanılmış üçüncü lig şampiyonluğu demekti ancak bunun bir önemi yoktu. Tüm gözler Şampiyonlar Ligi yarı finalinde karşılaşacakları Real Madrid maçlarına çevrilmişti. Son dönemlerde sık sık birbirlerine rakip olan iki dev kulüp bu kez kozlarını Avrupa arenasında paylaşacaklardı. Barcelona, ilk maçta rakibi ile 1-1 berabere kalarak avantajı Real Madrid’e bıraktı. İkinci maç öncesinde Real Madrid, Santiago Bernabeu’nun çimleri 3 santim daha uzun bırakarak rakibinin pasa dayalı oyun anlayışını bir nebze olsun sekteye uğratmak istemiş, Mourinho da tabiri caizse oyuncularına sahada ‘’vur’’ emri vermişti. Nitekim maçta da öyle olmuştu. Normal yollarla Barçalı oyuncuları durduramayan Real Madrid’li futbolcular rakibine sert müdahaleler yaparak bir yıldırma politikası güdüyordu. Ancak bunlar işe yaramadı. Messi önderliğindeki Barcelona sahadan 2-0 galip ayrılarak Wembley’de oynanacak olan final maçının yolunu tuttu. Bir sene önce Barça’yı eleyen Mourinho bu kez kaybetti, Pep Guardiola rövanşını almış oldu.

WEMBLEY

Barcelona tam 19 sene sonra Wembley’e Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United ile karşılaşmak için geri dönmüştü. 1992 yılında Sampdoria’yı yenerek Şampiyonlar Kulüpler Kupasını müzesine götürürken takımın başında Johan Cruyff vardı, 2011 Şampiyonlar Ligi finalinde ise Cruyff’un öğrencisi Pep Guardiola.

Manchester United dönemin en iyi birkaç takımından biriydi. Kaybettikleri 2009 Şampiyonlar Ligi finalinin rövanşını almak isteyeceklerdi ancak Barcelona bir kez daha Ferguson’un ekibine geçit vermeyecekti. 28 Mayıs gecesinde Barça o gece sadece İngiliz ekibine değil tüm dünyaya gövde gösterisi yaptı. Maçın başından sonuna kadar maça hükmettiler. Guardiola’nın ekibi topa %68 sahip olarak finallerde en çok topa sahip olan takımlardan biri oldu ve bunu da tarihin en iyi takımlardan olan Manchester United’a karşı yaptılar. Barcelona, rakibe sadece 1 kez kaleyi bulan şut izni verdi. Pedro, Messi ve Villa’nın golleriyle sahadan 3-1 galip ayrılarak Şampiyonlar Ligi kupasını son 3 sezonda 2. Kez müzesine götürdü. Maçtan sonra 40’dan fazla kupa kazanmış olan Manchester United teknik direktörü Alex Ferguson “Kimse böyle bir yenilgi tattırmamıştı ama Barça bu galibiyeti hak etti. Menajerlik dönemim boyunca oynadığımız en iyi takım” diyerek Barcelona’nın oynadığını futbolu özetliyordu.

Barcelona 2011

6 Nisan 2008’de Cam Nou’ya gelmeyen bahar artık gelmişti. Barcelona semalarında kuşlar ötüyor, güneş her yeri aydınlatıyordu. Guardiola ve öğrencileri 2008 – 2011 yıllar arasında 2 Şampiyonlar Ligi, 1 Avrupa Süper Kupası, 1 FİFA Kulüpler Kupası, 3 Lig Kupası, 2 İspanya Süper Kupası ve 1 de Kral Kupası kazanarak neredeyse tüm kupalara ambargo koyarak çoğu otorite tarafından tüm zamanların en iyi futbol takımı olarak kabul gördü. Bu dönem Pep Guardiola’nın yazıp yönettiği, başrollerinde Messi, İniesta ve Xavi’nin oynadığı ve birden fazla Oscar alacak bir film gibiydi. Tadı damağımızda kaldı.

Total
0
Shares
Önceki Yazı

DINA ASHER-SMITH: KİMİ YÜCELTİYORUZ?

Sonraki Yazı

İlhan Özgen ile Sohbet

Bunlar da ilgini çekebilir
Daha

Bir Zamanlar New York Cosmos

1970 yılında Kuzey Amerika Futbol Ligi’ne katılan, yaptığı pahalı transferlerle bir dönem popülerlik kazanan ancak daha sonra düşüşe geçip 1984 yılında kapanmak zorunda kalan New York Cosmos’un hikayesi.