Tom Byers: Tavşan Atlet Kaçarsa

Haruki Murakami ve Tom Byers. İkisi de koşmaya dair birtakım şeyler anlattılar; biri Koşmasaydım Yazamazdım diyerek, diğeri ise 1981 Oslo’da.

Haruki Murakami, Türkçeye Koşmasaydım Yazamazdım adıyla çevrilen kitabında diğer romanlarının aksine bizlere uçsuz bucaksız bir edebi zenginlik sunmuyor. Mahir kalemin atletizm üzerine kaleme alacak iddialı açıklamaları yok. Muhtemelen buna ihtiyaç da duymuyor kendisi. “Nasıl yazar olunur?” veya “Yazar olmak için koşmamız mı gerekiyor?” gibi istifhamlara cevabının olup olmadığı da elbette okuyucunun takdiri. Ancak koşma ritüelleri ve “Koşarken aslında tam olarak neye benzeyen bir dünyanın içindeyizdir?” gibi faraziler için doğru adres olabilir. Henüz Türkçe baskısına kavuşamadığımız dönemde kitabın “What I Talk About When I Talk About Running” isimli İngilizce çevirisine atıfta bulunan ve kitabın nasıl bir zemine oturduğunu aktarmaya çalışan Tanıl Bora, mevzubahis kitaptan yıllar önce “Koşmaktan söz ettiğimde sözünü ettiklerim” diyerek bahsetmişti. Yazar olmaya henüz karar vermediği dönemde işlettiği bar, bir koşucunun zinde kalma süreci ve ultra maraton koşmanın nasıl bir deneyim olduğu gibi birçok konuya değinen Murakami’yi okurken kitabın koşarken yazılmış derecede yoğun bir hissiyata sahip olduğunu fark edersiniz. 1980’li yılların başında günde 60 sigara içen ve fazla kilolarından şikayetçi olan Murakami, koşmaya karar verir ve elbette yıllar sonra kişisel belleğinde anlatacak birtakım şeyler oluşmuştur. Peki ya bir tavşan atlet olan Tom Byers…

Tavşan atletler, orta mesafeli veya uzun mesafede koşuculara liderlik etmeleri için yarış organizatörleri tarafından tutulan, hatta istihdam edilen koşuculardır. ‘Esas’ koşucuların daha hızlı olmalarını sağlamak ve tavşana bakarak tempolarını ayarlamak üzerine kurulu olan bir düzen mevzubahis. Koşuya önde başlayan ve yarışın belli bir bölümüne kadar tavşanlık yapmakla yükümlü bu atletler, yarışlara temelde diğerlerinin, ‘esas’ koşucuların daha iyi ve daha hızlı olmaları, aradaki mesafeyi göz önünde tutarak kendi kapasiteleri hakkında fikir sahibi olmaları, hatta kimi zaman dünya rekoru girişimlerinde bulunmaları için katılıyorlar. Bu düzenin parçası hâline gelmiş ve profesyonel olarak tavşanlığı seçmiş atletler dahi mevcut. Peki temelleri rekabet ve bir diğerine üstünlük kurmak olan bir sporda ‘aykırı’ birileri yok mu? Yarışın başında olmaması gereken bir tempoya çıkan ve arkasındaki grubu kamçılayan bu atlet grubunun arasından sıyrılıp yarışı kazanmayı isteyecek olan birileri? Kural kitapçığının sınırlarını zorlayan, teamüllere ters giden, açıkçası bu geleneği yok sayan birkaç aykırı?

1980’li yıllarda Britanyalıların dominasyonunda olan atletizm, 1981 Haziran’ında Bislett Oyunları için Oslo’nun yolunu tutmuştu. Dönemin atletizm sınırlarını aşan rekabetinde taraflar Sebastian Coe-Steve Ovett şeklindeydi. Atletizm, 80’li yılları mütemadiyen biri önde, biri arkada geçiren bu ikiliye borçluydu ancak yıllar sonra Bislett Oyunları, muadillerden farklı olarak bu rekabetle hatırlanmayacaktı. Bugünlerde Diamond League’in bir parçası olan organizasyonda Sebastian Coe, 1000 metreyi kazandıktan sonra 1500 metre yarışına katılmayacağını açıkladığında tribünleri dolduran birçok kişi yarışın bekledikleri gibi olmayacağını ve sıkıcı geçeceğini düşünmüştü. Steve Cram ve John Walker gibi isimler pistteki yerini alsalar da yarışın büyük favorisi Steve Ovett’ti ve birçokları Britanyalı yıldızın 1500 metrede rahat bir yarış çıkaracağını düşünüyordu. Coe’nun yokluğunda Ovett mutlak favoriydi ve yarış organizatörlerinin aklında yarışın daha ilgi çekici olması adına dönemin en çok başvurulan yöntemi vardı, kısaca tavşan.

Dönemin göz önünde olan yıldızlarının arasında ancak uzun kıvırcık saçlarıyla ön plana çıkan ve o yarış özelinde tavşan atlet rolüne bürünen Tom Byers, yarışın daha ilk metrelerinde arkadaki ekiple arasına mesafe koymuş ve kendisinden isteneni, hatta biraz daha fazlasını layığıyla yerine getirmişti. Aradaki mesafeyi açan ve tempoyu ayarlama işini üstlenen Tom Byers, yarışı ‘diğerleri’nin arasında ilk sırada götüren Ovett’le de farkı henüz ilk metrelerde bir hayli aşmıştı. Daha sonrasında Ovett ve öncülük ettiği grup, o gün pistte verilebilecek en kötü kararlardan birini verdiler. Byers’ın temposunun bir aşırılık olduğunu düşünen grup, Amerikalı atletin temposuna uyum sağlamamayı seçti. Yarıştan sonra “800 metreyi geride bıraktığımızda birinin bana 1:52 diye bağırdığını duydum.” diyen Ovett, bahsi geçen 1:52’nin kendi süresi olduğunu ve Byers’ın bu aşırı tempoya yenik düşüp yarışı tamamlayamadan ‘öleceğini’ dahi düşünmüş.

1980’li yılların başında dönemin en büyük rekabetinin paydaşıydı ve Coe’nun yokluğunda yarışı rahatça kazanacağını düşünüyordu. O günlerde 1500 metreyi domine eden ve birçok dünya rekorunun sahibi Britanyalı atlet, söz konusu 1500 olduğunda o güne kadar neredeyse hiç geçilmemişti. Son 400’e girilirken henüz 11 ay önce düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda iki kez podyuma çıkma başarısı göstermiş Ovett ve devamındaki grupla arasına 80 metrelik bir fark koyan tavşan atlet Tom Byers, kendisini bir anda en ön sırada ve zafere koşarken bulmuştu.

Üniversitede okurken orta mesafeyi tercih etmiş ve birçok kez 1500 metrede iyi dereceler elde etmişti ancak 1976 Montrael Olimpiyat Oyunları’nın ardından geleceğini pistlerde değil, kurumsal hayatta aramaktan yana olmuştu. 1980’li yılların başında pistlere geri dönen Byers, genellikle pistte elde ettiği derecelerle değil, saçlarıyla dikkat çekiyordu. Orta ve uzun mesafede rüzgar direncini kırmak için kısa saçı tercih eden birçok atletin aksine uzun, kıvırcık saçlarıyla dikkat çeken Byers, Ovett’ın düşündüğü gibi ne yarışı bırakıp bir kenara çekilmiş ne de bitiş çizgisini göremeden ölmüştü.

1500 metrede birçok kez dünya rekoru kırmış Ovett ve devamındaki grup, yarış hakemlerine kötü şöhretli ‘1:52’ yüzünden kafalarının karıştığını ve yanlış yönlendirildiklerini dile getirseler de Tom Byers Oslo’da bir anda dünyanın en ünlü tavşanı hâline gelmişti. Bugünlerde kurumsal risk yönetimi konusunda uzmanlaşan ve hayatını buradan kazanan Byers, o günü “Son tur zili çaldığında sağ omzumun üstünden arkama baktım ve orada olmadıklarını gördüm. Tüyler ürperticiydi.” diyerek anlatırken; Ovett, o günü “Hepimiz birer acemi gibiydik.” diyerek anımsıyor.

“Dünkü kendimi biraz olsun geçebilmek; önemli olan işte bu.” Koşmasaydım Yazamazdım adlı kitabında uzun mesafeyi ve içinde bulunduğu rekabeti böyle tanımlıyor Japon yazar. Tom Byers, bir uzun mesafe atleti değildi. Muhtemelen Murakami’nin kitabını da bugüne kadar eline almamıştı. Yaz sıcağında beklenmedik şekilde bitiş çizgisini ilk sırada geçen ve bu yazının öznesi olan Byers ve 1982 yılının sonbaharında koşmaya başlayıp yıllar sonra bir koşma anlatısıyla karşımıza çıkan Murakami. Dünkü kendisini biraz olsun geçmek isteyenler için rehber hâline gelen bu iki isim, farklı yollardan geçerek farklı kitaplara imza atmışlardı. Biri hızını alamayıp dönemin en iyi atletlerinden birini geçerek, diğeri ise koşmaktan söz ettiğinde anlatmak istediklerini bizlere aktararak.

Bu da ilginizi çekebilir;

SECRETARİAT: BİR ŞAMPİYONUN YÜREĞİ

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

Altın Madalya Isırmak: Bir Tuhaf Gelenek

Sonraki Yazı

Newcastle United: Meşruiyeti Satın Almak

Bunlar da ilgini çekebilir