MARCUS SMART: Bu Yazının Konusu Basketbol Değil

  • Aşağıda okuyacağınız yazı Marcus Smart tarafından theplayerstribune sitesi için yazılmış ve 19 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.
  • Yazıdaki görseller, orijinal haline duyduğumuz saygı sebebiyle aynen kullanılmıştır. Orijinal metne ulaşabileceğiniz link, çevirinin sonunda mevcuttur.

Biri, 2020’ye girmemizle her şeyin sarpa saracağını ve birkaç ay boyunca Florida’nın ortasında bir fanusta (ÇN: Orijinali “NBA Bubble”, izolasyon alanı) tıkılıp kalacağımı söyleseydi kesinlikle kafayı sıyırdığını düşünürdüm. 

Ne söylediğinin farkında mısın? 

Asla ciddiye almazdım. 

Ama gelin görün ki bunlar gerçekten yaşandı. O lanet fanusun içinde yaşama fikrinden kesinlikle herkes kadar korkmuştum. 

Ailen yok. Takım arkadaşların dışında arkadaşın yok. Ev yemeği yok. 

Iııı…. 

Ne yalan söyleyeyim, her şeyin boktan olacağına kendimi inandırmıştım ama hiç de öyle olmadı. 

Aslına bakarsanız fanus ortamı oldukça müthişti. 

Tabii ki yemekten, ortamdaki atmosferden ya da şampiyonluğu alamayışımızdan değil, fanusta olmanın getirdiği huzurdan bahsediyorum. 

Bunu hiç beklemiyordum ama dört beş gün sonra fanusun bir lütuf olduğunu anladım çünkü bu vesileyle kendime biraz da olsun zaman ayırabilmiştim. Daha önce ailevi sorunlar, reklam işleri ve yetişmem gereken yerler varken bir anda endişelenmem gereken onca şey uçup gitmişti sanki. Artık öylece oturup iç sesimi dinleyebiliyordum. 

Bayağı gelebilir ama fanusta geçirdiğim o birkaç ay içinde gerçekten her şeyden uzaklaşıp kendimi daha iyi tanıma fırsatı buldum. Benim için değerli olan şeyleri ve en çok neyi önemsediğimi düşündüm. 

Ailem, yakın arkadaşlarım, basketbol, bunlar hep aklımın bir köşesindeydi tabii ama en çok şu anda hepimizin içinden geçtiği bu dönem hakkında düşündüm. COVID-19’a yakalanmamın yanı sıra salgının ve ABD’de başlayan ırksal adalet hareketinin beni nasıl etkilediğine, tüm bunların nasıl üst üste geldiğine ve sırada ne olduğuna kafa yordum. 

Garrett Ellwood/NBAE/Getty Images

Şimdiden belirteyim; yaşadıklarım kesinlikle kitaplara konu olacak türden. 

İşe bakın ki ligin durdurulmasından tam beş gün önce Rudy Gobert’in (ÇN: NBA’de pozitif çıkan ilk oyuncu) de forma giydiği Utah Jazz ile oynamıştık ve maçtan kısa bir süre sonra kız arkadaşım tüm takım arkadaşlarımı toplayıp benim için sürpriz bir doğum günü partisi vermişti. 

Ligin durdurulduğu haberleri gelmeye başladığında ve ligdeki herkesin test yaptırması gerektiğini öğrendiğimde içime bir kurt düşmüştü çünkü o Jazz maçı ve doğum günü partim yüzünden tüm takımın pozitif çıkacağından korkmuştum. Üstüne üstlük olaylar yaşandığında Milwaukee’deydik. Evet, doğru tahmin ettiniz; oradaki ürpertici hayaletli otelde (ÇN: Sayısız kişi tarafından hayaletli olduğu iddia edilen meşhur Pfister Hotel) kalıyorduk. 

Yani tek sorun sezonun ertelenmesi veya doğum günümü kutladığımız için bütün takımın koronavirüse yakalanmış olabileceği değil aynı zamanda Scooby-Doo’dan fırlamış bu hayaletli otelde bir gün karantinada kalmaktı. 

Ligin durdurulduğu haberleri gelmeye başladığında ve ligdeki herkesin test yaptırması gerektiğini öğrendiğimde içime bir kurt düşmüştü. 

Sonunda Boston’a dönüp test olduk, hiçbirimizde semptom yoktu ama birilerinin pozitif çıkacağını hissetmiştim. 

Ertesi sabah telefonum çalıyor. Arayan takım doktorumuz. 

“Selam, Marcus. Müsait misin?” 

Ne söyleyeceğini hemen anlamıştım. 

Kendimi iyi hissediyordum, bu yüzden virüsü yeneceğimden emindim. Korkmamıştım. Bu ihtimale hazırlıklıydım. 

Ama doktorumuzun koca takımda testi pozitif çıkan tek kişinin ben olduğumu söylemesini beklemiyordum. 

Resmen. 

Sadece.  

Ben. 

Antrenörler, menajerler, oyuncular yani onca insanın arasında bir tek ben. 

Sadece Marcus pozitif ha? 

Bu bir şaka falan mı? 

Jim Poorten/NBAE/Getty Images

Çok geçmeden, Teksas’tan babam aradı ve kendisinin de virüse yakalandığını söyledi. Ne yalan söyleyeyim, işte o zaman korkmaya başlamıştım. 

Çünkü babam 74 yaşında ve daha öncesinde altı yedi defa zatürre atağı ve daha bir sürü solunum rahatsızlığı geçirmişliği var. Babamın hastalık öyküsü ve yaşını göz önüne alınca, COVID-19 hakkında okuduğumuz her şey bizi karamsarlığa sürükledi. 

Ailemdeki herkes en kötü senaryonun gerçekleşeceğini düşünüyordu ama…  

Babam hiç semptom göstermedi. Bir tane bile. Şu an turp gibi. 

Bu mucizeden başka bir şey değildi. 

Babamın hastalık öyküsü ve yaşını göz önüne alınca, Covid-19 hakkında okuduğumuz her şey bizi karamsarlığa sürükledi.

Ailece yaşadığımız koronavirüs süreci gerçekten garipti. Ülkede babamın yaşlarında virüsten ölen binlerce insan var. Yaşlıları geçtim, benim yaşlarımda olup da virüse yenik düşenler bile azımsanamayacak sayıda. 

Uzun lafın kısası, söz konusu bu virüsse kesin bir kanıya varmak imkânsız. Hepimizin hayatını etkileyen bu virüs hakkında bilmediğimiz çok şey var. 

Kesin olarak bildiğim tek şey var: Bu pandemi sürecini tek başımıza atlatamayız. Bu sorun hepimizi ilgilendiriyor. 

Bu yüzden plazma ve antikorlarımın, bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin virüsü alt etmelerine yardımcı olabileceğini ve birkaç insanın hayatını kurtarabileceğimi duyduğumda, hemen harekete geçtim. Ayrıca, koronavirüsün etkileri hakkında daha fazla şey öğrenmeye başladıkça, yaş grubumdaki insanların (Y kuşağı) pandeminin ciddiyetini kavramaları için elimden geleni yapmam gerektiğini hissettim. İsteyeceğimiz son şey, insanların kendilerini iyi hissettikleri için önlem almaya gerek olmadığını varsaymalarıydı. 

Çok geçmeden, Afro-Amerikalıların ve diğer azınlıkların hastalığı ağır geçirme riskinin daha fazla olduğunu öğrendik. Tam da bu sırada ülkenin dört bir yanında barışçıl protestocular sokaklara dökülmüş, George Floyd’un öldürülmesine karşı öfkelerini dile getiriyor ve ırkçılık karşıtı sloganlar atıyordu. Tarihsel bir dönüm noktasının eşiğinde olduğumuz çok açıktı. 

Biz burada haklarımız için mücadele ederken bir de azınlıklara mensup bireyleri öldürme oranı daha yüksek bu salgın peyda oldu.  

Tüm bunlar yaşanırken öylece duramazdım. 

Ben de bu toplumun bir parçasıyım, o yüzden bu dava benim için çok önemli. 

Courtesy of Marcus Smart

Geçmişte ırkçılığa maruz kalmıştım. 

Anlayacağınız, bu benim için yeni bir şey değil. 

Teksas’ta siyah bir çocuk olarak çoğu kez market çalışanları tarafından taciz edilip aşağılandım. Bir başka olay da şu: Oklahoma State’te ikinci sınıf öğrencisiyken, bir maç sırasında seyircilerin arasına daldığımda seyircilerden biri ırkçı söylemlerde bulunmayı kendine hak görmüştü. 

2014’te lige girdiğimde de ırkçılığa maruz kaldım. 

Çaylak yılımda bir Range Rover satın almış ve bu ülkenin trafik çevirmeleriyle ünlü olduğunu bildiğimden, araştırma yapıp yasal olduklarından emin olmuştum. Ama yine de bunun yüzünden sürekli polisler tarafından durduruldum. 

Bir keresinde polis bana şöyle dedi: “Bu oldukça güzel ve pahalı bir araba. Senin mi?” 

Başka bir sefer yine camlardaki filmler yüzünden durdurulduğumda polis memuru beni tanıdı. Neden bilmiyorum ama başladı Colin Kaepernick hakkında konuşmaya: 

“Adamın milli marş sırasında diz çöktüğüne inanamıyorum. Bunun yaşandığına inanabiliyor musun? O adam gibi olmadığına gerçekten çok sevindim. Sen onlar gibi değilsin.” 

Bunu duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. 

Sanki ona diklenmemi ya da bana fiziksel müdahalede bulunmasına olanak verecek herhangi bir harekette bulunmamı bekliyordu. Beni rahat bırakmasını umarak öylece durdum ve tekrar tekrar “Başka bir şey var mıydı?” diye sordum. 

Yaklaşık bir yıl sonra, hız yaptığım için durduruldum ve sonrasında yaşananlar öncekilerden pek farklı değildi. 

“Güzel araba. Rapçi falan mısın? 

Yok yok, rapçi olamayacak kadar düzgün konuşuyorsun.” 

Geçmişte ırkçılığa maruz kalmıştım. 

Üzücü ama anlatabileceğim buna benzer çok anım var. 

Bu üzücü anıların arasında birkaç tane de NBA salonlarında edindiklerim var ancak hiç unutamadığım ve üzerimde en büyük etkiyi yaratan olay, birkaç yıl önce TD Garden’da aldığımız galibiyetin sonrasında gerçekleşti. 

Arabamla park yerinden çıkıyordum ve beş ya da altı yaşındaki oğluyla birlikte yeşil ışıkta yolun karşısına geçmeye çalışan beyaz bir kadın gördüm. Arabalar üzerlerine doğru geliyordu. Bir kaza yaşanabilirdi, bu yüzden pencereyi açıp zarar görmemeleri için kadına, acele edip yoldan çekilmesi gerektiğini söyledim. Biraz sesimi yükseltmiş olabilirim. 

Kadın, Isaiah Thomas’ın 4 numaralı Boston Celtics formasını giyiyordu. Etrafta da maça gelmiş bir sürü Celtics taraftarı vardı. Kadının, seslenişimi sorun etmeyeceğini düşünmüştüm. 

Hiç de öyle olmadı. 

Bana döndü ve “S*ktir g*t, k*duğumun z*ncisi!” diye bağırdı. 

Üzerimde en büyük etkiyi yaratan ve hiç unutamadığım olay birkaç yıl önce TD Garden’da aldığımız galibiyetin sonrasında gerçekleşti. 

Nutkum tutulmuştu. 

Bunu gerçekten söylemiş miydi? 

Bir anda, değersiz hissetmeye başlamıştım. 

Bu kadına göre ben insan değildim. Bir tür eğlence aracıydım. Daha fazlası değil. İnanın bana, ağzıma geleni söylememek için kendimi zor tuttum. 

Birkaç saniye sonra oradan uzaklaştım. Olayı geride bırakmak istedim. 

Ama o geceyi, o anı aklımdan çıkaramıyorum. Her şeyden çok da o küçük çocuk için endişelenmeden edemiyorum. 

David Sherman/NBAE/Getty Images

Doğrusu, bu aralar o çocuğu her zamankinden daha fazla düşünüyorum. 

Bu olayı hatırladıkça onun için üzülüyorum. 

Kadın ulu orta tüm nefretini kustu. Hem de küçücük çocuğun önünde. 

Bu olay, ırkçılığın doğuştan gelmediğini bir kez daha yüzüme vurdu. Bu, kesinlikle sonradan öğrenilen bir şey. 

İnsanların, böyle söz ve davranışlarla çocuklarına ırkçılığı aşıladığını bilmek gerçekten kalbimi kırıyor. 

O gece annesinin elini tutan küçük çocuğun ve onun gibi sevgiyle değil de nefretle büyütülen tüm diğer çocukların ilerde ebeveynlerinden daha iyi olmaları için onlarca kez dua ettim. Hiçbir çocuk buna maruz kalmamalı. Çocuklarımız daha iyisini hak ediyor. 

Onlar bizim geleceğimiz. İlerde hayatın nasıl işleyeceğine onlar karar verecek. 

Ulu orta tüm nefretini kustu. Hem de çocuğun önünde. Bu olay, ırkçılığın doğuştan gelmediğini bir kez daha yüzüme vurdu. Bu, kesinlikle sonradan öğrenilen bir şey.

Bu yazının sonunu, burada değinmek istediğim asıl meseleden bahsederek getirmek istiyorum. 

Pandeminin başlangıcından beri yaşadığımız her şeye rağmen bu ülkenin geleceğine hala umutla bakıyorum. Açıkçası, bütün ümidim çocuklar. 

Hala bu kadar iyimser olmamın nedeni onlar. 

Sayelerinde, hala tünelin sonunda bir ışık olduğuna inanıyorum. 

Koronavirüsü atlatıp karantinadan çıkınca yaptığım ilk şeylerden biri Boston’daki yürüyüşlere katılmaktı. Adaletsizliğe, nefrete ve polis şiddetine karşı duydukları öfkeyi dile getirmek için ellerinden gelen her şeyi yapan ve ülkemizin geleceğinin geçmişinden daha iyi olmasını sağlamak isteyen o insanlarla omuz omuzaydım. 

Orda tanık olduğum şey hayranlık uyandırıcıydı. 

Daha önce deneyimlediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Farklı ırk, etnik köken ve yaş gruplarından onca insan bir araya gelmişti. Çok güzeldi. Buna şahit olmak beni gözyaşları içinde bırakmıştı. Ayrıca bu, birlik olursak gerçekte ne kadar güçlü olabileceğimizi ve neler başarabileceğimizi göstermişti. 

Pandemi ve genel olarak da geçen yıl, bu ülkede, dünyada masaya yatırmamız gereken çok fazla mesele olduğunu gözler önüne serdi. Bu yürüyüş aynı zamanda, ilerleme ve adalet için farklılıklarımızı bir kenara bırakıp bir araya geldiğimizde neleri değiştirebileceğimizi anlamamızı sağladı. 

Ama dediğim gibi, dik durmamı ve geleceğe umutla bakmamı sağlayan yegâne şey işte bu çocuklar. 

Jabin Botsford/Wash. Post/Getty Images

Gösterilerde anne babalarıyla yürüyen, slogan atan, kendi yaptıkları pankartları tutan pek çok çocuk gördüm. 

Size söylüyorum, bu gençler her şeyi çözmüşler. 

Sevginin nefretten daha iyi olduğunu, masum insanların incitilmemesini, toplumumuzda herkesin eşit ve aynı haklara sahip olması gerektiğini ve hepimizin aynı gemide olduğunu anlıyorlar. 

Yürüyüşte neredeyse her yaştan çocuk vardı. Şaka yapmıyorum. Hepsi zehir gibiydi. 

Bu harikaydı! 

O çocukları ve gelecekte ülkemiz için başaracakları şeyleri düşünmek beni mutlu ediyor. Yürüyüşte olmalarından ziyade bu adalet arayışına öncülük etmeleri ve ülkeyi taşıyabilecekleri yer beni heyecanlandırıyor. 

Şu ana kadar güzel işler başardık. Bazı insanları davamıza kazandırdık ve bazı yasal düzenlemelerin yapılmasını sağladık. Fakat bu sadece başlangıç. Daha yapılacak çok şey var. 

Bu yedi maçlık bir playoff serisi oynamak gibi. Yani, serinin ilk maçını kazanman seriyi kazanacağın anlamına gelmiyor. Gözünü hedeften ayırmamalısın. 

Hayat bir basketbol maçıysa bence bu maçın en kritik anında topu çocuklara emanet edeceğiz. 

Bunu başaracaklarına yürekten inanıyorum. 

Onlar sayesinde geleceğe umutla bakıyorum. 

Yazının orijinal metni için tıklayınız.


Plase:

Total
0
Shares
Önceki Yazı
Parabolica

66 | Monaco GP

Sonraki Yazı
sen kimsin?

31 | Neslihan Yiğit

Bunlar da ilgini çekebilir
Daha

Nicolò Barella

Nicolò Barella, 7 Şubat 1997 tarihinde İtalya’nın Cagliari şehrinde dünyaya geldi. Futbola doğduğu şehrin altyapısında başlayan Barella, ilk profesyonel…