NADIA NADIM: ESAS AMAÇ

Aşağıda okuyacağınız yazı Nadia Nadim tarafından The Players Tribune sitesi için yazılmış ve 28 Temmuz 2022′de yayımlanmıştır. Orijinal metne ulaşabileceğiniz link, çevirinin sonunda mevcuttur.

Birkaç hafta önce İspanya-Sevilla’daki bir çocuklara yardım derneğini ziyaret ettim. Oradaki çocuklar bana yeni bir kural öğretti. Bence bu kuralı günümüz futbolunun bir parçası haline getirmeliyiz. 

Bildiğiniz üzere futbolda kırmızı ve sarı kart var. Bu çocuklar yeşil kartla çıkagelmişler. 

İlk duyduğumda anlam veremedim çünkü daha önce duyduğum bir şey değildi. Fakat bana ne olduğunu açıkladılar. Yere düşen bir oyuncunun ayağa kalkmasına yardım ederseniz yeşil kart görüyorsunuz. Bir nevi sportmenliğiniz karşılığında ödüllendiriliyorsunuz. Diğer kartların aksine bu kartı görmeye can atardınız muhtemelen.  

Çocuklara “Bu çok hoş!” dedim. Oyuncuların empati kurmasını sağlamak için harika bir yol.  

Bu kuralı, Fútbol Más’daki çocuklardan öğrendim. Bu yardım kuruluşu, gelecek nesilleri eğitmek için futbolu bir araç olarak kullanıyor. Hyundai ve Common Goal’un aracılığıyla oradaydım çünkü Team Century’ye katılmıştım. Team Century, Hyundai’nin Goal of the Century (ÇN: Yüzyılın Hedefi, futbolun insanları birleştirici gücünü kullanarak sürdürülebilir bir dünya yaratmayı amaçlayan hareket) hareketini başarıya ulaştırmak ve sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için çalışıyor. Esas amaçları bu.  

Orada olmamın birçok nedeni vardı. Bence insanları birleştirmek ve eğitmek için futboldan daha çok yararlanılmalı. Herkes futbolu kolayca kavrayabilir, onunla bağ kurabilir. Bu yüzden, futbol iyi amaçlar uğrunda kullanabileceğimiz çok etkili bir araç. Futbol sayesinde farklı kültürlerden insanları bir araya getirebilir, onlara dayanışma duygusu aşılayabiliriz. İklim değişiklikleri, mülteci krizi gibi bir sürü küresel sorunu göz önüne alınca, önümüzdeki yıllarda dayanışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacağımız gün gibi ortada. 

Küçücük bir iyilik bile bir insanın tüm hayatını değiştirebilir, bunu kendimden biliyorum.  

Danimarka’ya mülteci olarak geldiğim günü asla unutmuyorum. Hepi topu 12 yaşındaydım. Orada bir polis memuruyla tanıştım, kaderim onun ellerindeydi. Beni doğrudan cennete ya da cehenneme gönderebilirdi. 

İyi kalpliyse Danimarka’da yeni bir başlangıç yapabilir, değilse Kabil’e geri gönderilebilir ve orada ölebilirdim. 

Çaresizdim. Küçücük bir yardım, ailemin daha doğrusu ondan geriye kalanların kaderini değiştirebilirdi. Bahsettiğim karakola gelmeden birkaç ay önce babam Taliban tarafından öldürülmüştü. Kendisi Afgan ordusunda bir generaldi. Bu yüzden, Taliban saldırdığında Afganistan’dan kaçmaktan başka çaremiz yoktu. Orada can güvenliğimiz yoktu. Annem ve 4 kız kardeşimle, ne yazık ki dünya çapında sayıları 25 milyondan fazla kişiye ulaşan bir gruba katılmak zorunda bırakıldık; mülteci olduk.  

Nadia Nadim
Nadia Nadim

Başınıza gelmediği sürece evinizden kaçmanın ne kadar zor ve endişe verici olduğunu bilemezsiniz. Annem varını yoğunu sattı ve bir gece Pakistan’a giden bir minibüse atladık. Kimse bizi durdurmasın diye sürekli dua ettik. Karaçi’ye vardığımızda bir insan kaçakçısı bize sahte pasaportlar verdi. Bu sayede, Milano’ya giden bir uçağa bindik. Bir şekilde Avrupa’ya varmayı başardık. Ama hala güvende değildik.  

İtalya’da o kadar rezalet bir bodrum dairesinde kaldık ki uyumaya bile yeltenmedik. Birkaç gün sonra, bomber ceketli iki adam bizi alıp bir otoparka götürdü. Orada bir kamyonun kasasına doluşturulduk. Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk. Günlerce karanlıkta oturduk, ne bir şey yedik ne de içtik çünkü tuvalete gitme şansımız yoktu.  

Bunun nasıl bir şey olduğunu hayal edebiliyor musunuz? O kamyonun kasasında karanlıkta oturan, nereye gittiğimzden bihaber evsiz küçük bir çocuk olmanın nasıl hissettirdiğini tahmin edebiliyor musunuz? Yolculuk boyunca tek kelime etmedik.  

Çok açtık, çok yorgunduk ve de çok korkmuştuk. 

Bir gün, kamyon sonunda durdu. Şoför bağırdı: “İNİN AŞAĞI! İNİN!” Biz iner inmez de hızla uzaklaştı. Etrafa bakındık, nerede olduğumuzu anlamaya çalıştık. Bir süre sonra köpeğini gezdiren bir adama denk geldik. Annem “Beyefendi, neredeyiz?” diye sordu. 

Adam, “Randers’ta…” diye cevap verdi. 

Danimarka’daydık. Danimarka’yla alakalı hiçbir şey bilmiyorduk. Yardıma ihtiyacımız vardı. 

Bir karakol bulduk, bahsettiğim memurla işte orada tanıştık. Haklarımızı bilmiyorduk. Bizi hapse atabilir miydi veya Kabil’e geri gönderebilir miydi bilmiyorduk. Sonuçta bir aile avukatıyla çıkagelmemiştik. Biz çocuklar memurun ne dediğini bile anlamıyorduk çünkü Danca ya da İngilizce bilmiyorduk. Memur, annemle oturmuş belgelerimizi kontrol ediyor, notlar alıyordu. 

Biz de öylece bekliyorduk. Resmen açlıktan ölüyorduk. Bir süre sonra memur yanımıza geldi ve “Aç olduğunuzu duydum.” dedi. 

“Ne diyor?” dercesine birbirimize baktık. 

Sonra “YEMEK? AÇ MISINIZ?” dercesine karnını ovuşturdu.  

Hepimiz “EVET, HEM DE KURT GİBİ!” dercesine başımızı salladık. 

Bizi polis arabasıyla bir büfeye götürdü ve süt, tost ve muz aldı. Hayatım boyunca harbiden lezzetli yemekler tatma fırsatı buldum fakat o gün yediklerim tartışmasız yediğim en iyi yemeklerdi.  

O memur yaptığı bu küçük jestle bize hoş karşılandığımızı hissettirdi. Ona göre biz sadece yeni bir mülteci grubu değildik. Uğraşması gereken yeni bir problem değildik. 

Bize insan gibi davrandı.  

Elimde olsa zamanda geri gider, ona yeşil kart gösterirdim.

Futbol dilinde konuşacak olursak, hepimiz aynı takımdayız. Beğenseniz de beğenmeseniz de öyleyiz. Hepimiz aynı gezegende yaşıyoruz. Asıl soru şu: Birlikte oynamayı öğrenecek miyiz?  

- NadIa NadIm

Hala o polis memurunu düşündüğüm oluyor. Dünyanın onun gibi daha fazla insana ihtiyacı var. Sadece bu yıl, 5 milyon insan Ukrayna’dan kaçtı. Afrika, Güney Amerika ve Orta Doğu gibi yerlerde milyonlarca insan; savaş, yoksulluk ve iklim değişikliği gibi çeşitli nedenlerden dolayı mülteci konumuna düştü. Bunlar sadece istatistik değil. Burada yardıma ihtiyaç duyan kanlı canlı insanlardan bahsediyoruz. 

Sadece politikacılara ya da gönüllülere seslenmiyorum. Bu herkesin yardımını gerektiren küresel bir sorun, buna ben de siz de dahil. Bu, omuz omuza vermekle, birbirimize hoşgörü ve empatiyle yaklaşmakla çözülecek bir sorun.  

Futbol dilinde konuşacak olursak, hepimiz aynı takımdayız. Beğenseniz de beğenmeseniz de öyleyiz. Hepimiz aynı gezegende yaşıyoruz. Asıl soru şu: Birlikte oynamayı öğrenecek miyiz? 

Bu mümkün. Futbolun nelere kadir olduğunu kendi gözlerimle gördüm. 

O polis memuruyla konuştuktan sonra bir mülteci kampına gönderildik. Bizi geri göndermeyeceklerini ümit ediyor, bunun için sürekli dua ediyorduk. Somali, Kongo, Irak, Ermenistan ve Rusya gibi yerlere sınır dışı edilen insanlar gördük. Bazıları ağladı. Bazıları kavga etti. Bazıları kaçmaya çalıştı. Ya ne olacaktı! Cehennemden kaçmak için hayatınızı riske attıktan sonra oraya geri gönderildiğinizi düşünün. 

Neyse ki çok daha iyi bir mülteci kampına gönderildik ve aylarca, Danimarka’da kalıp kalamayacağımızı bildirecek bir mektup bekledik. Bu mülteci kampı futbola aşık olduğum yerdi. Biz çocuklar günümüzün çoğunu oradaki bir dil okulunda geçiriyor, sonrasındaysa engebeli bir çimenlik alanda saklambaç ya da top oynuyorduk. İki kalemiz vardı, berbat durumdaydılar ama futbola aşık olmuştum. Her şeyiyle futbola aşık olmuştum. 

Ve en önemlisi de futbol sayesinde kabul gördüm. Hepimiz dünyanın farklı yerlerinden geliyorduk. Birbirimizden farklı görünüyor, aynı dili konuşmuyorduk. Ama maç sırasında birbirimizi anlıyorduk. Bir bakış veya göz kırpışla nereye koşmam gerektiğini biliyordum. Bir el işaretimle topu nereye atacağımı gösterebiliyordum. 

Bilinmezin içinde olduğumuz, kaygılarımızın had safhada olduğu bir dönemde futbol bize endişelerimizi unutturdu. Ortak tutkumuz, ortak dilimiz oldu.  

Günde birkaç saatliğine de olsa gerçeklikten kaçmamızı sağladı. 

Çimenlik alanın dışındaysa ailelerimiz de birbirleriyle bağ kurdu. Bir sürü odası ve ortak bir mutfağı olan barakalarda yaşıyorduk. Aynı dili konuşmasalar da annem birşekilde mutfakta diğer ebeveynlerle iletişim kuruyordu. Hala bu nasıl yaptığını bilmiyorum. Ne zaman bir ailenin kalmasına izin verilse, kamptaki HERKES bunu kutlamak için mutfakta toplanıyordu. 

Yedi ay boyunca o mülteci kampında kaldık. Her günümüzü, her an sınır dışı edilebileceğimizi bilerek geçirdik. Yeni arkadaşlarımızın, takım arkadaşlarımızın desteği olmasaydı bu süreci nasıl atlatırdık hiç bilmiyorum.  

Bir gün sıra bize geldi. Sonunda yetkililerden bir mektup almıştık. Kader anı gelmişti. Güvenliğimiz, mutluluğumuz, hayatlarımız, kısacası her şey o mektupta ne yazdığına bağlıydı. 

Annem mektubu açtı.  

Kalmamıza izin verilmişti. Artık güvendeydik. Kaderimiz bir anda değişmişti.   

Hoş geldin cennet, hoşça kal cehennem. 

O gün bugündür futbolun insanları birleştirme gücüne birçok kez tanık oldum. Danimarka, İngiltere, Fransa ve ABD’de birçok takımda oynadım, dünyanın dört bir tarafından erkek ve kadınların bu spor aracılığıyla bir araya geldiğini gördüm. Futbol her türlü sorun, hatta mülteci krizi kadar büyük bir sorun karşısında bile mucizevi bir şekilde insanların birlik olmasını sağlayabiliyor. Futbol muhtemelen dünyada en sevilen spor. Oynamayı biliyorsanız, kendinizi evrensel bir dil konuşuyor kabul edebilirsiniz. 

Nadia Nadim
Nadia Nadim

Futbol gelecek nesillerin eğitiminde kullanılabilir. Oyunun bize öğrettiği şu: Yalnız taş, duvar olmaz. Birbirinden bağımsız oynayan 11 kişinin şampiyon olduğunu hiç görmedim. Gelecekte de göreceğimizi sanmıyorum. Kim olursanız olun, ne için mücadele veriyorsanız verin bunu birlikte yapmak zorundasınız.  

Bunu diyince aklıma geçenlerde yaşadığım bir olay geldi. 

Geçen ay deplasmanda Washington Spirit ile oynadık. 2-1 gerideydik ve maçın bitmesine birkaç dakika kalmıştı. Aslında başlarda 2-0 geriye düşmüştük, anlayacağınız büyük bir geri dönüşe imza atmanın peşindeydik. Orta saha oyuncularımızdan Emily Fox sağ kanatta topla buluştu. Kendi başına ilerleyebilirdi ama sol kanatta Jessica McDonald’ın boş olduğunu görüp ona güzel bir uzun pas attı. Jessica’nın yeterli vakti vardı. 

O topu alır almaz, ceza sahasının içine koştum. 

Kafasını kaldırdı.  

Boştaydım. 

Beni gördü. Orta açtı. Hava topuna çıktım ve 2-2’yi yakaladık.  

İşte bu kadar basit! 

O an hissetiklerimi tarif etmem çok zor. Bu, beraberliği yakalamamızı sağlayan bir son dakika gölünden ibaret değildi sadece. Bu takım oyunuydu, bütün hafta antrenmanlarda yapmaya çalıştığımız türden bir şeydi. Daha da önemlisi, zor bir durumu tersine çevirmek için birlikte çalışıp varımızı yoğumuzu ortaya koymuştuk. 

O gün her birimiz kendi payına düşeni yaptığını hissederek evine döndü. 

İşte futbol bundan ibaret.  

Aynı şey bence hayat için de geçerli. 

Yazının orijinal metni için tıklayınız.

Total
0
Shares
Önceki Yazı
vinnie jones

Vinnie Jones: Yeşil Sahalardan Beyaz Perdeye

Sonraki Yazı
Parabolica

76 | Singapur gp

Bunlar da ilgini çekebilir