Newcastle United: Meşruiyeti Satın Almak

Newcastle United ve onun Prens Selman’ın sahipliğindeki Suudi Arabistan Fonu’na satılmasını farklı bir yaklaşımla ele alan, çizgilerin dışına çıkan bir yazı…


Ne var ki, yurttaşlarını öldürmek, dostlarına ihanet etmek, inançsız, acımasız, dinsiz olmak, erdem olarak adlandırılamaz; bu yöntemler egemenlik kazandırabilir, ama şan kazandıramaz.

Nicolo Machiavelli, Prens, s.68

2 Ekim 2018 sabahı İstanbullular, bir süredir devam eden kasvetli günlerin ardından gözlerini güneşli bir gökyüzüne açtılar. Parçalı bulutlar arasından kendisini gösteren güneş, Akasyalı Sokak kaldırımlarını aydınlatmak için ağaç yapraklarıyla mücadele ediyordu.

Sokağın başında beliren iki kişi kaldırımların üzerinden caddedeki büyük binalardan birine doğru el ele yürüyorlardı.

Soğuk sarı boyalı binanın önüne geldiklerinde durdular. Binanın önü gri uzun betonlardan oluşan bir setle kaplıydı. Bahçedeki direğin üzerinde ise koyu yeşil bir bayrak salınıyordu.

Adam kadına doğru dönerek ona cep telefonunu teslim etti ve bir şeyler söyleyerek binaya doğru hareket etti. Kadın ise adamın arkasından bakıp onu beklemeye koyuldu.

Hatice Cengiz’in bekleyişi sonu olmayan bir bekleyişti. Zira içeri giren Cemal Kaşıkçı, oradan çıkamayacaktı. Hatice Cengiz’in ondan duyduğu son sözler, “görüşürüz sevgilim, beni burada bekle” olacak, nişanlısıyla evlenmek için gerekli belgeleri almaya giden Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda vahşice öldürülecekti.

Cinayetin ayrıntılarının ortaya çıkmasının ardından Hatice Cengiz: “Cemal bunu hak etmedi. Çok daha iyi şeyleri hak ediyordu. Onu öldürme biçimleri hayatımdaki tüm umudu yok etti” diyordu.

Yaklaşık 1 yıl sonra cinayetteki sorumluluğunu kabul eden Veliaht Prens Selman, Ekim 2021’de Newcastle United kulübünü satın alıyor ve taraftarlar ondan makus talihlerini değiştirebilecek en büyük umut olarak bahsediyorlardı.

Newcastle United Kuruluyor

newcastle united

1892 yılının Aralık ayında Newcastle West End ile Newcastle East End, dünya evine girme hazırlıklarında sona gelmişlerdi. Nefretle başlayan ilişki bir çeşit aşka dönüşmüş ve ezeli rakipler bundan sonraki yaşamlarına Newcastle United çatısı altında devam etmeye karar vermişlerdi

Tyne ırmağının kıyısında, Normandiya Dükü merhum Robert Carthose’un 1080’de inşa ettirdiği Yeni Kale’nin eteklerinde başlayan bu birliktelik hem şehir için hem de futbol için hayırlara vesile olmuştu. İngiliz liginin ağır topları Liverpool ve Arsenal’in aksine, törende siyah beyaz ikonik kıyafetlerini giyen Newcastle taraftarları, kendilerini bu takıma adamışlardı.

Öyle ki yıllar sonra kendilerine Geordieler diyecek bu topluluğun kuralları arasında Newcastle United’a bağlılık, Sunderland’e duyulan nefret, Newcastle Brown Ale birası içmek ve Geordie aksanıyla konuşmak yer alacaktı.

İlk 10 yılında ağır aksak ilerleyen Newcastle United 1900’lerin başıyla birlikte şampiyonluklara kavuşacak ve Yeni Kale’deki hayaller gerçeğe dönüşecekti.

1905, 1907 ve 1909 şampiyonlukları herkesi sevince boğarken, Federasyon Kupası’nda kaybedilen finaller ağızlarda kekremsi bir tat bırakmıştı.

Buna karşın takip eden aylarda başlayan I.Dünya Savaşı, sadece Newcastle taraftarlarının değil tüm dünyanın yaşama hevesini kursağında bırakacaktı. Savaş yıllarında, isimsiz bir cephenin, bilinmeyen sığınağında inzivaya çekilen futbol; savaşın ardından yine sahneye çıkmıştı.

Bu süreçte futbola hasret kalan taraftarlar arasında Geordieler başı çekiyordu. Öyle ki 1927’de efsane Hughie Gallacher’ın getirdiği şampiyonluk çılgınlarcasına kutlanacak, Gallacher’ın aylar sonra Chelsea’ye satılacağını bilmeyen taraftarlar onun adına şarkılar söyleyeceklerdi.

1927’deki şampiyonluğun ardından kutlamaya değecek bir neden bulmak için 5 sene bekleyen Geordieler, 1932 yılında Arsenal’in elinden Federasyon Kupası’nı alarak bu hasrete son vereceklerdi.

Buna karşın bu kupanın, yaklaşık 20 yıl sürecek olan önlenemez düşüşün habercisi olacağı kimsenin aklına gelmeyecekti.

1932 yılında Newcastle taraftarları kadehlerini tokuşturarak FA Cup finalinden bahsederken, Tyne ırmağından binlerce kilometre ötede Kızıldeniz ve Basra Körfezi arasında kalan Arap Yarımadası’nda İbn Suud’un taraftarları dualarla yeni devletlerini ve onun kralını kutluyorlardı.

Suudi Arabistan’da Güç El Değiştiriyor

newcastle united

Vahhabilik adı verilen radikal İslam geleneğini takip eden Suud, ülkede o günden bugüne gelen ve özellikle kadınlar için hayatı zorlaştıran vesayetçi bir sistem kuracaktı.

Bundan tam 83 yıl sonra, İbn Suud’un torunu Muhammed bin Nayif veliaht prens olarak ilan edildiğinde (İbn Suud’un bu makama getirilen ilk torunuydu), dedesinin mirası olan Suudi Arabistan’ın krallık tahtında Selman bin Abdülaziz el-Suud, 7. Kral olarak oturuyordu.

Yeni Kral, tahta oturur oturmaz ilk iş olarak Suudi Arabistan’ın en önemli iki koltuğunu oğluna ve yeğenine emanet etmişti. Veliaht prens olarak yeğeni Muhammed bin Nayif’i işaret eden yeni kral, savunma bakanlığı koltuğuna ise henüz 29 yaşında olan oğlu Prens Muhammed bin Selman’ı oturtacaktı.

Dünyanın en genç savunma bakanı unvanıyla görevine başlayan Prens Selman, aslında birkaç senedir Suudi Arabistan için bir rol model olarak gösteriliyordu. Genç yaşına rağmen kararlı ve reformist çizgisiyle Suudi Arabistan’ın geleceğinde ondan çok şey bekleniyordu.

Savunma bakanlığının yanı sıra Veliaht Prens’in yardımcılığına da getirilen Selman’a tüm bunların üstüne başbakan yardımcılığı ve Ekonomi Kalkınma Konseyi başkanlığı da verilmişti. Başka bir ifadeyle güç, Prens Selman’a altın tepside sunulmuştu.

Savunma bakanlığı kariyerine Yemen’de bir savaş başlatarak adım atan Prens Selman, bu kararıyla yoğun eleştirilerin hedefi oldu. Buna karşın 2016 yılında Suudi Arabistan’ı dönüştürmeye ve petrol bağımlılığından kurtarmaya yönelik geliştirdiği Vizyon 2030 planını açıkladığında, başta Batı dünyası olmak üzere çoğu çevreden olumlu geri dönüşler aldı.

Bu plan doğrultusunda Suudi Arabistan’ın 2020’de 160 milyar dolar olan petrol dışı gelirlerinin, 2030’da 267 milyar dolara çıkarılması ön görülürken, Prens Selman’ın bu çabası IMF tarafından “hırslı, geniş kapsamlı ancak uygulanması zor bir çaba” olarak değerlendiriliyordu.

Prens Selman, Vizyon 2030 planları doğrultusunda; eğitimin modernleştirilmesi, kadınların işgücüne katılması, kadınların araba kullanma yasağını kaldırmak da dahil olmak üzere yeni özgürlük alanları açılması ve eğlence sektörüne yönelik yatırımların yapılması gibi birçok yenilik vaat ediyordu.

Suudi Arabistan’ın geleceğinin Prens Selman’ın fikirleriyle şekillendiği apaçık ortadaydı.

Arap Yarımadası’nda bir devlet, bir adamın fikirleriyle şekillenirken; İngiltere’de ise Newcastle United’ın geleceği Mike Ashley’in iki dudağının arasındaydı.

Mike Ashley Kararını Verdi

Efsanevi Alan Shearer dönemi sona erip kulübün en büyük efsanesi Newcastle United’ı terk ederken, Mike Ashley 134.4 milyon sterlinlik geçiş ücretiyle içeriye girmişti. Yeni bir sahibin heyecanıyla daha talepkar olan Newcastle taraftarları, Ashley’in yönettiği 10 yıllık süreçte iki kez küme düşerek büyük hüsran yaşamışlardı.

Bu acı tecrübeyi yaşadıkları son dönem olan 2016-2017’de, İngiltere’nin kalburüstü takımlarından olan Newcastle United sezona Championship’de başlıyordu. 

Newcastle United taraftarları için, takımın nerede mücadele ettiğinin pek bir önemi yoktu aslında. Onlar bu kulübe gönülden bağlıydılar. Bu lafın gelişi bir bağ değildi üstelik. Alt ligde mücadele eden takımlarını bir maçta dahi yalnız bırakmayan taraftarlarıyla Newcastle United, o sezonu 51.106 seyirci ortalamasıyla oynadı.

Böylesine bir tutku, İngiltere için bile eşine az rastlanılan türdendi. Nitekim taraftarların desteğiyle Nisan 2017’de Premier Lig’e çıkmayı başaran Newcastle United, bu sevginin karşılığını verdi.

Takımlarının Premier Lig sezonuna ilişkin hayaller kuran Newcastle United taraftarları, Ekim 2017’de Mike Ashley’ın duyurusuyla kulübün satışa çıkarıldığını öğrendi.

Geldiği günden beri taraftarlarla istenilen bağı bir türlü yakalayamayan ve başarısızlıklarıyla adından söz ettiren Mike Ashley, “daha iyi bir gelecek için” kulübü vitrine koyduğunu duyurdu.

Kulübün bir numaralı koltuğu el değiştirecek, tüm güç yeni gelen patronun eline bırakılacaktı.

Newcastle’da bunlar yaşanırken Suudi Arabistan’da da tüm gücünü kaybeden biri vardı: Veliaht Prens Muhammed bin Nayif. Nayif, Kral Selman ve Prens Selman’ın gücüyle baş edebilecek durumda değildi.

Nitekim 2017’de beklenen oldu ve Muhammed bin Selman, yeni Veliaht Prens olarak ilan edildi. Takip eden süreçte Muhammed bin Nayif önce İçişleri Bakanlığı’ndan uzaklaştırıldı. Ardından toplum önüne çıkması engellendi.

2017’nin Eylül ayında Prens Selman’a karşı gelerek, onun özellikle Arap Yarımadası’nda yürüttüğü dış politikadan rahatsız olduğunu belirten muhaliflere yönelik bir göz altı dalgası başlatıldı.

Din alimleri ve ülkenin entelektüellerinden bazıları gözaltına alınırken, Kral Selman o günlerde kadınlara araba kullanma yasağının kaldırılacağını, büyük baskılara rağmen açıkladı. Bu karar elbette herkesin gözünü bir kez daha Kral Selman’a dikti.

Tüm bu modernleşme sürecini “ılımlı İslam’ı geri getireceğiz” diye açıklayan Prens Selman, radikalizmin köklerine işlediği ülkesinde, radikalizmi bitirmeyi vaat etti. Buna karşın Prens Selman’ın muhaliflere karşı yürüttüğü baskın politikalar, ilk geldiğinde reformist olarak görülen Prens Selman’ın bir başka güç tekeli olma yolunda ilerlediği endişelerini de beraberinde getirdi.

2017 yılında Ritz Carlton’da yaşanan akşam, Suudi Arabistan ve özellikle Prens Selman için birçok şeyin değiştiği tarih olacaktı.

Suudi Arabistan’ın en zengin isimlerinden Prens al-Waleed bin Talal’ın da içinde olduğu yüzlerce Suudi zengin, Ritz’e davet edildiklerinde kendilerini özel bir davetin beklediğini düşünüyorlardı. Aslında bu gerçekten özel bir davetti. Zira Ritz’de düzenlenen bu gecenin sonunda ortaya çıkan hesap dudak uçuklatacak cinstendi.

Bu davet, kimileri için haftalarca sürekti. İddialara göre, servetlerinin büyük bir bölümünü devretmek zorunda kalan davetliler arasında, yine iddialara göre haftalarca otelden çıkamayanlar oldu. Otelden çıkmanın maliyeti ağırdı.

Ritz Carlton olayından sonra 17 kişi orada işkence gördüklerini iddia etse de Suudi yetkililer bu iddiaları kesin bir dille yalanladılar.

Buna karşın 2017 Ocak’ında Suudi Arabistan Başsavcılığı tarafından, al-Waleed bin Talal ve Ulusal Muhafızlar’ın başındaki Prens Mutaib bin Abdullah’ın da aralarında bulunduğu 381 kişinin gözaltına alındığı ve suçlarını itiraf ederek devlete 106 milyar dolar değerindeki varlıklarını iade ettikleri açıklandı.

Prens Selman’ın bu konu hakkındaki görüşü ise devletin, yolsuzluklarla mücadele ettiği yönündeydi. Selman Hükümranlığı, krallığın kontrolünü mutlak olarak ele almak için en büyük hamlesini bu şekilde yapmıştı.

Ortaya çıkan bu kaos ortamında Batı dünyasının Selman hükümranlığına bakışı da değişmiş, Kanada yaşanan insan hakları ihlalleri sebebiyle iki ülke arasındaki diplomatik ve ticari ilişkilerin dondurulduğunu açıklamıştı.

Ekim ayında Bloomberg’e röportaj veren Selman, 3 yılda 1.500 kişinin ulusal güvenlik nedeniyle ve ifade özgürlüğünü “kötüye kullanma” gerekçesiyle gözaltına alındığını söyleyerek ekliyordu:

“Kendimi Suudi Arabistan’ı reforma götürecek kişi olarak tanımlamadım. Suudi Arabistan’ın veliaht prensiyim ve konumumun verdiği yetkiyle elimden gelenin en iyisini yapıyorum.”

Ülkesini yöneten bir insanın, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışması birçoğuna göre takdire değerdir şüphesiz.

Tıpkı bir gazetecinin elinden gelen iyisini yapmayı istemesi gibi. 2 Ekim 2018’de katledilmeden önce, Cemal Kaşıkçı da elinden gelenin en iyisini yapmak için mücadele ediyordu.

Onun çok sonraları aydınlatılan ancak burada ayrıntılarına girmeye etik değerlerimin müsaade etmediği cinayeti, Suudi Arabistan’ın imajı için silinmesi çok zor olan kara bir lekeye dönüşecekti.

Oysa Cemal Kaşıkçı, Veliaht Prens Selman iktidara geldiğinde onun reformist anlayışından umutluydu. Hatta ülkesinde kalmayı, Suudi Arabistan’ın geliştiğini görmeyi umuyordu. Ne yazık ki süreç istediği gibi ilerlememişti.

Economist’in Ekim 2018’deki baş yazısında belirtildiği üzere, rejim gittikçe bir Arap diktatörlüğüne benzemişti. Sosyal açıdan liberal olabilirdi fakat merkeziyetçi, paranoyak ve korku üzerine inşa edilmişti.

Bu cinayet, Suudi Arabistan’ın ve Prens Selman’ın geliştirdiği “radikalizmden uzak, modernleşmiş bir devlet” tezine çok büyük darbe vurmuştu. Başta Birleşmiş Milletler ve ABD medyası olmak üzere (Kaşıkçı, Washington Post yazarıydı) konunun üzerine gidiyor ve Prens Selman’ı itham ediyorlardı.

Prens Selman önceleri cinayetle ilişkisini tamamen reddetmiş ancak yaklaşık 1 yıl sonra PBS TV’den Martin Smith’e verdiği röportajda “Kaşıkçı’yı öldüren görevlilerin kendi gözetimi altında olduğunu, bu sebeple cinayetin de kendi gözetimi altında olduğunu kabul ettiğini ve tüm sorumluluğu üstlendiğini” söylüyordu.

Elbette Prens Selman’ın bu cinayetle bağlantısı hiçbir zaman tam olarak kanıtlanamadı ancak Vizyon 2030 planına ve onun iktidarına vurduğu darbenin etkisi de görmezden gelinemeyecek boyuttaydı.

Bununla birlikte ABD ve Birleşik Krallık da dahil olmak üzere Suudi Arabistan’ın büyük müttefikleri olayın izlerini silmek ve gündemden düşürmek için yoğun mesai harcadılar. Aslında verilen mesaj çok açıktı, eğer trilyon dolarlık bir servetiniz varsa dünya sizi incitmek istemezdi.

Taraftardan Acil İlan: Yatırımcı Milyarder Aranıyor

Trilyon dolarlık bir servet, o günlerde Newcastle United’ın tam da aradığı şeydi. Premier Lig, hali hazırda multimilyarderler için bir cazibe merkeziydi. Manchester City’nin Katarlılarla gerçekleştirdiği dönüşüm, tüm taraftarların hayallerini süslüyordu.

Beyaz atlı prens beklemeyi bırakan İngiliz taraftarların gözü, para çantalarıyla gelecek Orta Doğuluları arıyordu.

21. yüzyılın başından bu yana, Körfez monarşileri kendilerine daha olumlu bir vizyon yansıtmak için on milyarlarca doları spora akıttı. 

BAE’nin yedi emirliğinden biri ve başkent Abu Dabi’den sonra en büyük ikinci emirliği olan Dubai ve Katar, kendilerine taze bir imaj sunmanın bir yolu olarak futbol, ​​tenis, golf ve diğer alanlarda spor yatırımlarına öncülük ettiler.

Newcastle United’ın arayışı, hali hazırda imajı bozulmuş ve Katarlılarla çatışan Suudi Arabistan için çok açık bir çağrıydı. Prens Selman, çağrıya kulak vererek 300 milyon sterlinlik ilk girişimini 2020 yılında yaptı. Mike Ashley bu anlaşmaya dünden razıydı.

Buna karşın Premier Lig yönetimi büyük baskı altındaydı. Üstelik baskının tek nedeni Prens Selman’ın imajı değildi. Hali hazırda Premier Lig yayıncılarından biri olan Bein Group Katar’ın himayesindeydi ve Suudi Arabistan’ın kaçak yayını desteklediğini düşünüyorlardı.

Premier Lig yönetimi, dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemiyordu.

Premier Lig Başkanı Richard Masters, satışın engellenmesi adına aldıkları çağrıları titizlikle değerlendirdiklerini söylemiş, haftalar sonra ise konsorsiyum anlaşmanın iptal olduğunu duyurmuştu.

Newcastle United, bir sezon daha Mike Ashley’in elinde kalacaktı. Buna karşın hemen herkes, Prens Selman’ın geri döneceğini biliyordu. Yalnızca doğru zaman bekleniyordu.

Beklenen geri dönüş 2021’in sonlarına doğru gerçekleşti. Premier Lig yönetimi, Newcastle United’ın 300 milyon sterlin karşılığında devralındığını açıkladı.

Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF) hisselerin %80’ini alırken, geri kalan %20 ise PCP Capital Partners ve RB Sports & Media tarafından paylaşılmıştı. Mike Ashley’in koltuğunun büyük kısmı Prens Selman’a, diğer kısımları ise İngiliz finansör Amanda Staveley ile Jamie Reuben’e devredilmişti.

PIF, hali hazırda Vizyon 2030 projesinin de merkezindeydi ve ABD, PIF fonlarının en büyük alıcısıydı. Buradan bakıldığında PIF’ın, Prens Selman ve Suudi Arabistan devletinin finans aracı olduğu çok netti.

Satışın açıklanmasının ardından tepkiler birbirini ardına gelse de Premier Lig yönetimi Suudi Arabistan’ın PIF’ı kontrol etmediğine dair sağlam güvenceler aldığını açıkladı.

Aylar önce devletin kontrol ettiğine inanılan PIF’ın artık bağımsız olduğuna inanılıyordu. Tabii bir de unutmadan, Suudi Arabistan hükümetinin, Katarlı Bein Sports Group’a uyguladığı baskı ve yasakları kaldıracağını ve korsan yayıncılık faaliyetlerini engelleyeceğini taahhüt ettiğini de söylemeden geçmeyelim.

Kulübün organizasyonunu yönetmesi beklenen Amanda Staveley, anlaşmanın nihayet sona ermesinden dolayı mutluluğunu açıklarken; “Amacımız taraftarlarla uyumlu – düzenli olarak büyük kupalar için yarışan ve dünya çapında gurur yaratan, sürekli olarak başarılı bir takım yaratmak.” diyordu.

Buna karşın Premier Lig kulüpleri yapılan açıklamadan tatmin olmadıklarını beyan ettiler ve lig yönetimini acil toplantıya davet ettiler.

Şüphesiz oyuna bu kadar güçlü bir oyuncunun girmesi ve Newcastle United’ın bir anlaşmayla dünyanın en zengin kulübü haline gelmesi onları rahatsız etmişti. Öte yandan bu, sokaklarda geleneksel kıyafetlerle kulüplerinin makus talihinin değiştiğini düşünerek kutlama yapan Newcastle taraftarlarını hiç rahatsız etmiyordu.

Onlar kendi aralarında Haaland’ın transferinden bahsediyor, Neymar ve Messi arasında kararsız kalmaktan yakınıyorlardı.


Tüm tartışmaların ardından gelinen noktada Newcastle taraftarları en olmaz denilen hayallerinden bazılarının artık mümkün olduğunu biliyorlar. Seneler önce Championship’den çıkmaya çalışan taraftarlar, hayatta her şeyin mümkün olduğunu düşünüyor olmalılar…

Bana kalırsa çok haklılar. Zira yaşadığımız dünyada eğer “yeterince” paranız varsa, hayatta her şey mümkün. 300 milyon pounda meşruiyeti satın almak ve geçmişi silmek de buna dahil.

Ölümden sakınmak o kadar zor değildir, zor olan kötülükten sakınmaktır, çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.

Platon, Sokrates’in Savunması, Sayfa 59
Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

Tom Byers: Tavşan Atlet Kaçarsa

Sonraki Yazı

Karim Benzema - Algılar, Seçimler ve Kimlikler

Bunlar da ilgini çekebilir