Louis Silvie Zamperini: Ölümle Uzun Soluklu Bir Yarış

İnsanın ruhundaki özellikler onun yaşamını şekillendirir. Bazen şekillendirmenin de ötesinde o insana yeni bir hayat verebilir. Bu insanlardan biri de ruhunun inatçı, azimli, iradeli yapısıyla Louis Silvie Zamperini. Filmlere konu olmuş bir hikaye onunkisi.

Louis Silvie Zamperini 1917 Ocağında  New York’ta İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1919’da ailesi Kaliforniya eyaletine bağlı Torrance’ye taşındı. Çocukluk ve ergenlik yılları burada geçen Zamperini’nin karakteri de bu çevrede oluşmaya başladı. Louis Silvie Zamperini hareketli, biraz da haylaz bir çocuktu. Göçmen olduğu içini iyi İngilizce bilmemesi ve İtalyan kökenli olması sebebiyle de çevresi tarafından sürekli dışlandı ve baskı gördü. Bu dışlanma ve baskılar sonucu Zamperini kolay arkadaş edinemediği için başına buyruk, akranlarıyla sürekli kavga eden bir yapıya büründü, böylece haylazlıktan serseriliğe geçti. 10 yaşına geldiğinde sigara ve alkole başlamış, çalma konusunda ustalaşmış ve polis tarafından kovalanan, birkaç kez ölüm tehlikesi atlatmış bir çocuk haline geldi.  Babasından ceza olarak onlarca dayak yemesine rağmen yaptıklarından vazgeçmiyor, bildiğini okumaya devam ediyordu. Artık çevresinin gözünde onun geleceği sokaklardan ve hapishaneden ibaretti. Bugünlerde Zamperi’nin inatçı ve asi ruhu karakterinde yer tutmaya başladı.  Abisi Pete da bu olaylardan yola çıkarak onun ruhundaki pes etmeme arzusunu görmüş olmalı ki Zamperini’nin hayatını değiştirecek olan okulun koşu takımına girme teklifini ona sundu. Abisi bu teklifle Zamperini’nin enerjisini spora yönlendirerek kardeşini serserilikten de kurtarmayı hedeflemişti.

Louis Silvie Zamperini abisinin ısrarları sonucu 1932 yılında ilk olarak kısa mesafe yarışları ile koşuyla tanıştı. İlerleyen zamanlarda çok daha başarılı olacağı uzun mesafe koşularına geçti. Uzun mesafe koşularının özellikle son etaplarında birden artırdığı sürati ile dikkatleri üzerine çekiyor, yeni başlamasına rağmen başarılı bir grafik çiziyordu. Zamperini pistlerde başarı kazandıkça çevresinin ona duyduğu nefret, utancın yerini, gurur ve saygının aldığını gördükçe spora daha da sıkı sarıldı. Ona göre bu başarı, geçmişin bir intikamıydı. Zamperini eskiden serserilik konusunda gösterdiği azmi artık spora yansıtmıştı: Sıkıca antrenman yapıyor, gün geçtikçe gelişiyordu. Emeklerinin karşılığını da çok geçmeden aldı: 1934’de katıldığı liseler arası mil koşusunda 4.21.2’lik derecesiyle rekor kırdı. Böylece Amerikan tarihinin en hızlı liseli mil koşucusu oldu. Daha sonra aynı yıl içerisinde Kaliforniya Eyalet Buluşması adındaki atletizm yarışlarında mil koşusunda 4.27.8’lik derecesiyle eyalet şampiyonu oldu. Bu başarılar ona Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden burs kazandırdı.  Zamperini sadece 2 yıl içinde dışlanan, asi çocuktan, gurur duyulan genç bir sporcuya dönüştü.

Bu genç sporcunun dünyaya adını duyurması 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları ile gerçekleşecek olsa da Zamperini ülkesindeki 5000 metre seçmelerinde yarışı, dönemin yıldız atleti Don Lash ile berabere bitirdi. Böylece ülke tarihinde olimpiyatlara gitmeye hak kazanan en genç uzun mesafecisi oldu. Louis Silvie Zamperini daha 19 yaşında olduğundan dolayı yakaladığı sportif başarıdansa, ilk defa yurt dışına çıkacak olmasının ve Berlin’deki ortamın verdiği heyecan içerisindeydi. Bu heyecanı yıllar sonra verdiği bir röportajda ’’Ergenlik çağında bir çocuktum. Burada Torrance’den ayrılıyordum, New York’a giden bir trene biniyordum, tekneyle Almanya’ya gidiyordum. Bu benim için Olimpiyat takımında yer almaktan daha heyecan vericiydi.’’ diyerek anlatıyordu.

1936 Yaz Olimpiyatları’nda erkekler 5000 metrede, atletler format gereği üç gruba ayrılıyor, her grubun en hızlı beş ismi final koşusunda yarışmaya hak kazanıyordu. Zamperini ilk turda Henry Jonsson, Lauri Lehtinen gibi yıldız isimlerinde bulunduğu zorlu grupta 15.02.02 lik derecesiyle 5. olarak finalde yarışmaya hak kazandı. Ancak Zamperini’nin dikkatleri üzerine çekmesindeki en büyük etken ilk turdaki genel sıralamadaki yeriydi: İlk turda yarışan 41 yarışmacı içerisinde Zamperini 6.  olarak Gunnar Höckert, Ilmari Salminen, Józef Noji gibi isimleri geride bırakmıştı. Tabii bu sıralamanın oluşmasında ilk turda özellikle yıldız atletlerin kendilerini çok zorlamamış olma ihtimalleri olsa  da 19 yaşındaki bir genç için bu tablo bir gurur kaynağıydı.

Final koşusunda Zamperini bitişe doğru son sıralara kadar gerilemişti ancak son turlara girilirken yaptığı büyük ivmelenme ile ülkesinin en büyük madalya umudu Don Lash’i bile geçerek final koşusunu 14.46.08lik dereceyle 8. tamamladı. 19 yaşındaki bir genç için bu derece de fazlasıyla başarılıydı ancak asıl dikkat çeken nokta son etabı 56 saniye gibi oldukça kısa bir süre içerisinde bitirmesiydi. Bu hızlı gençten bütün izleyiciler oldukça etkilenmişti. Etkilenenler arasında dönemin Nazi lideri Hitler de vardı. Hitler Zamperini’yi’’Aha! Hızlı bitiren çocuk!’’ diyerek tebrik etti. Zamperini ise pistin verdiği yorgunluk ile karşısındaki adamın kim olduğunu çok da umursamayan bir tavırla tebrikleri kabul etmişti. Zamperini bu tanışmayı daha sonra Güney Kaliforniya Üniversitesi’nin internet sitesindeki bir yazıda ’’Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda dünyanın gördüğü en kötü zorbayla el sıkıştığımı fark ettim.” diyerek bahsediyor.

Zamperini’nin Berlin’deki başarısından sonra ünü gittikçe yayıldı. Ülkesine döndükten sonra eğitim ve spor hayatına daha önce burs kazandığı Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde devam etti. Spor kariyeri  üniversitenin atletizm takımı USC Trojans ile yükselmeye devam etti. Bu yükselişte takımın deneyimli antrenörü Dean Cromwell’in etkisi de büyüktü. 1938’de mil koşusunu 4.08.03lük dereceyle tamamlayarak yeni bir rekora imza attı. Artık pistlerde Torrance Kasırgası olarak anılıyordu. Torrance Kasırgası 1940’ta mil koşusu derecesini 4.07.06 ya kadar çekerek gelişmeye devam etti.

Artık Zamperini hedefini büyütmüş, gözünü Tokyo’da düzenlenecek olan 1940 Yaz Olimpiyatları’na çevirmişti. Ancak dünya üzerindeki tüm herkesin planları gibi Zamperini’ninkiler de 2. Dünya Savaşı’na takıldı. Savaşın gittikçe yayılıp büyümesiyle 1940 Yaz Olimpiyatları iptal edildi. Sporculuğu da bu şartlar altında rafa kalkan Zamperini 1941 sonbaharında Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Hava Kuvvetleri’ne katılarak çok farklı bir serüvene başladı.

Louis Silvie Zamperini Hava Kuvvetleri’nde eğitimin ardından 372. Bombardıman Filosu’nda B-24 Kurtarıcı bombardıman uçaklarında bombacı olarak göreve başladı27 Mayıs 1943’te bir kurtarma görevinde Zamperini ve arkadaşları uçağın arızalanmasıyla Pasifik’e düştüler. Kazadan Zamperini, Russell Allen Phillips ve Francis McNamara kurtulmayı başardılar. Bu üç asker iki şişme botun üzerinde çok az bir erzak ve ekipman ile koca okyanusun ortasında mahsur kaldılar. Üç asker fiziksel ve ruhsal olarak çok zorlanıyorlardı. Açlıktan konuşmaya takati kalmayan askerler kendi içlerine kapandıkça kurtulma inançları düşüyor,  psikolojik olarak çöküyorlardı. Durumu fark eden Zamperini sürekli her konudan sohbet açmaya çalışıyor, aralarındaki bağı sıkı tutuyor, umutlarını kaybetmemelerini istiyordu. Tüm bu çabalara rağmen McNamara 33. güne kadar dayanabildi. Phillips ve Zamperini ise 47. günde Marshall Adaları yakınlarında Japon Donanması tarafından esir alındı.

Zamperini, birkaç yıl önce olimpiyatlarda madalyayı hedefleyen sporcu olarak gelmeyi umduğu Japonya’ya artık savaş esiri olarak gelmişti. Zamperini önce Kwajalein Atollü’ne getirildi. Burada biyolojik ve kimyasal silahlar için denek olarak kullanıldı. Sonra Ofuna’ya gönderildi.  Bir dizi işkence ve sorgu sonrasında  Ōmori Esir Kampı’na yerleştirildi. Tüm bunlara rağmen Ōmori’de  korkusuz, dik bir duruş sergiledi. Zamperini’nin bu dik duruşundan kampın yöneticisi, ’’kuş’’ lakaplı Mutsuhiro Watanabe fazlasıyla rahatsız oldu: Zamperini’yi yüzüne kamptaki bütün esirlerin yumruk atması gibi sayısız şiddet ve işkenceye maruz bıraktı, ona ölüm tehditleri savurdu. İlerleyen zamanlarda Japonlar, milli bir atletin ulusal radyoda Japonlar lehine konuşmasının Amerikan hükümetine karşı kamuoyunda bir darbe oluşturabileceğini düşünerek Zamperini’ye bir teklifte bulundular: Teklife göre Zamperini önce ailesine seslenebileceği bir metin okuyacak ardından da Japonların kendisine verdiği metni okuyarak esir kampından alınacaktı. Zamperini ailesine hala hayatta olduğunu duyurabilmek için teklifin ilk kısmını kabul etti ancak Japonların verdiği metni okumayarak esir kampına geri gönderildi. Zamperini bir kez daha ilkelerinden ödün vermemişti.

Zamperini sonra Naoetsu Esir Kampı’na gönderildi. Şans o ki bu esir kampına,  Watanabe de terfi ile yönetici olarak atanmıştı. İkili arasındaki işkence ve direnç döngüsü burada da artarak devam etti. Bu döngüye örneklerden biri de şöyle gelişti: Watanabe bunca şiddete maruz kalmış birinin başaramayacağını düşünerek Zamperini’ye bir kalası kafasının üzerine kaldırmasını ve  bu şekilde beklemesini, eğer yapamazsa onu öldüreceğini söyledi.  Zamperini gene pes etmedi. Kalası kaldırıp o şekilde bekledi ve bir kez daha ölümle olan buluşmasından galip ayrıldı. Zamperini’nin bu olayda gösterdiği cesaret, irade gücü Unbroken filminde de oldukça iyi gözlenebiliyor. İşte tüm bu zorlu şartlara rağmen Zamperini tüm bunların bir gün biteceğine inanıyor, ülkesine dönme umudunun her zaman içinde yaşatıyordu.

Sonunda Eylül 1945’te Japonların teslim olmasıyla Louis Silvie Zamperini ve diğer esirler kurtularak ülkelerine döndüler. Zamperini ülkesine döndükten sonra kahraman olarak ilan edildi. Esir kamplarında geçirdiği yaklaşık iki sene sebebiyle spor hayatına devam edemedi. 1946’da  Cynthia Applewhite ile evlendi. Ancak bu evlilik de onun boşluğa sürüklenmesine engel olamadı.

Esir kamplarında yaşadıklarından dolayı uğradığı ruhsal çöküntü onu alkole itti.  Japonya’da kamplardaki gardiyanlardan en çok da Watanabe’den intikam almak istiyordu. Her gece kabuslar görmeye başladı. Bu bunalım ailesini yıkma aşamasına kadar ilerledi. Zamperini bu çöküntüyü The Atlantic’teki röportajında ”Kabuslar gördüm. Kuşu boğduğumu sanıyordum. Dürüst olmak gerekirse Japonya’ya geri dönmek ve onu gizlice bulup öldürmek istedim.’’ diyerek anlatıyor.

Ruhsal çöküntüsü derinleşirken, Zamperini çevresinin ısrarıyla Billy Graham’ın 1949’da Evangelist Los Angeles Haçlı Seferleri vaazına katıldı. Buradaki etkileşimden sonra  Evangelist olarak hayatına yeniden başladı. Böylece Zamperini kabuslardan kurtuldu, intikam duygusunun yerini merhamet ve bağışlama aldı. 1950’de Japonya’ya geri dönerek Sugamo Hapishanesi’nde, savaş suçlusu olarak tutulan esir kamplarındaki eski gardiyanlarla görüşüp onları affettiğini söyledi. Zamperini’nin barış çağrısına bir tek Watanabe kulak asmayarak, Zamperini ile görüşmeyi reddetti. İlerleyen yıllarda Zamperini deneyimlerini ve fikirlerini anlatmak için bir çok platformda bulundu. 1952’de Louis Zamperini Vakfı’nı kurdu. Sporla olan bağı ise kopmadı:  Los Angeles’teki 1984 Yaz Olimpiyatları’nda olimpiyat meşalesi ile koştu. Daha sonra Japonya’daki 1998 Kış Olimpiyatları’nda aynı şekilde olimpiyat meşalesini taşıdı.

Zamperini 2014’te  hayata veda etti ancak  bir çok futbol sahasına, atletizm pistine adı verilerek  ölümsüzleştirildi. Zamperini bu ölümsüzlüğü, hayatla arasındaki sıkı bağ ile kazandı. Bu kuvvetli bağ, bir halatın sarmalları gibi onun kişisel özelliklerinden oluşuyordu: Daha çocukken çevresinin baskılarına kulak asmaması, Japonların kendisini propaganda aracı olarak kullanmasına izin vermemesi, hem uzun mesafe koşularında hem de yaşadığı zor şartlarda  vücudunun sınırlarını zorlaması, asla umudunu kaybetmemesi bu halatı oluşturan liflerdi. İşte bu lifler bir araya gelerek Zamperini efsanesini günümüze kadar taşıdılar.

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın
Önceki Yazı

Khabib Nurmagomedov: Yeni Nesil Muhammed Ali

Sonraki Yazı

Albert Camus: Kalede Bir Filozof

Bunlar da ilgini çekebilir