Aşağıda okuyacağınız yazı Sergio Perez tarafından The Players Tribune sitesi için yazılmış ve 27 Ekim 2022‘de yayımlanmıştır. Orijinal metne ulaşabileceğiniz link, çevirinin sonunda mevcuttur.
Başlıkta kullanılan ”İ” harfinin büyük olması SEO düzenlememiz ile alakalıdır, okuyucularımızın affına sığınıyoruz.
Oldum olası pazartesileri hiç sevmedim.
Çocukken benim için haftanın en kötü günüydü. Sorun okula gitmek falan değildi, pazartesileri ölü gibi olmamdı. Bazen önceki gece bölük pörçük uyumuş oluyordum. Günlerce duş almadığım oluyordu, üzerime sinmiş motor yağı kokusuyla sınıfta oturuyordum.
Her hafta sonu, pazar akşamına kadar süren karting yarışlarında mücadele ediyordum. Bazı yarışların yapıldığı yerler eve arabayla 10 saat uzaklıktaydı. Bu yüzden pazar günü yarışıp da pazartesi günü okula yetişmek imkansızdı. Fakat biz ailecek pek normal değiliz. Bir şekilde başardık.
Arkadaşlarım eğlenmek için sokaklardayken ben, babam, ağabeyim ve mekaniğimizden oluşan takımımız yollara düşerdi. Kitaplarımı ve okul kıyafetlerimi yanımda götürürdüm. Biz ağabeyimle arka koltukta uyuyakalırken babam gece boyu direksiyon sallardı. Cumartesi sabahı oraya varınca arabada üstümüzü değiştirirdik. Sonra yüzüme biraz soğuk su çarpıp “duşumu” alırdım.
Her şey tamamdı. Hazırdım. Karting aracıma atlar ve yarışırdım.
Pazar günü yarışlarımız bittiğinde babam direksiyona geçerdi ve gece boyu sürecek Guadalajara yolculuğumuz başlardı. Pazartesi sabahları beni eve bile götürmezdi. Doğrudan okula bırakırdı.
Bence bu “dozunda” çılgınlık bana çok yardımcı oldu.
– Sergio Perez
O pazartesilerin güzel geçmediğine emin olabilirsiniz. Fakat bunu yarışmak için yapıyorduk. İkimizden biri iyi iş çıkardıysa o 10 saat bize 10 dakika gibi geliyordu. İşler istediğimiz gibi gitmemiş olsa da benzin istasyonunda bir şeyler atıştırırken yine neşemiz yerine geliyordu.
Bu düzenin kulağa biraz çılgınca geldiğini biliyorum. Fakat bu çılgınlıkları ne uğruna yaptığımı düşününce bana normal gelmişti. Tüm dünyada Formula 1’de yarışmak isteyen sayısız sürücü var. Fakat sadece 20 koltuk mevcut.
Onlardan birine oturmak için kesinlikle şanslı olmaya ihtiyacınız var.
Tabii biraz da çılgın olmaya.
Bence bu “dozunda” çılgınlık bana çok yardımcı oldu. Ailemin böyle bir tarafı var. Babam Antonio, hayatını bu spora adadı. Adrián Fernández’in menajeri olmadan önce kendisi de yarışlara katılırdı. Ağabeyim de bir yarış tutkunu. Uzun lafın kısası, bu benim kanımda var. Fakat Formula 1? Çocukken bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Orada bir tane bile Meksikalı pilot yoktu. Yarışmamın tek nedeni buna olan tutkumdu.
Aniden, tek isteğim Formula 1’de yarışmak oldu.
– Sergio Perez
Yolun başındayken düşüncem Meksika’da kalmaktı. Fakat bir gün menedildim. Gençlik yıllarımın başında, benden yaşça büyük sürücülerle kartingde yarışmama imkan tanıyan iznim vardı. O sezon şampiyon olan sürücü, Formula araçlarını test etme şansına erişecekti. Doğal olarak benim hedefim şampiyonayı kazanmak ve Escudería Telmex ile sözleşme imzalamaktı. Şampiyonayı lider götürüyordum fakat sezonun ilerleyen kısmında Meksika’daki otomobil sporları federasyonunda güçlü konumdaki bir adamla çarpıştık. Uzun lafın kısası, lisansımı iptal ettiler.
Kapı dışarı edildim. Şampiyona benim için bitmişti. O zamanlar farkında olmasam da bu, on yıldan fazla bir süre boyunca Meksika’daki son yarışım olarak kalacaktı.
Neyse ki Telmex durumumu öğrendi ve benimle bir test yaptı. 14 yaşındayken, ABD’deki Skip Barber Ulusal Şampiyonası’nda onlar adına yarıştım. Mutluydum. Bir gün, Formula 4’te yarışmak için İngiltere’ye taşınan ağabeyimi ziyaret ettim. Oradaki profesyonellik seviyesini kendi gözlerimle gördüm. En iyi sürücülerin Avrupa’da mücadele ettiğini fark ettim.
Aniden, tek isteğim Formula 1’de yarışmak oldu.
Avrupa’ya gitmenin bir yolunu bulmalıydım.
Bu çok çetrefilliydi. Bana kontrat verecek bir takıma ihtiyacım vardı. Masraflar hayli fazlaydı, bu yüzden sponsor bulmalıydım. Babamın ve kardeşimin yarış dünyasından iyi bağlantıları vardı fakat bir türlü bir sponsor bağlayamadık. Tek başımaydım, işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum.
Fakat artık kafayı buna takmıştım. Sonuç olarak çılgın bir rutine başladım. Meksika’ya döndükten sonra her gün sabahın 3’ünde uyanıyor, Avrupa’daki yarış takımlarını arıyordum. Bugünlerde bu işler çok daha kolay tabii. Her türlü bilgi internette mevcut. Yirmi yıl önce böyle imkanlar yoktu. Yarım yamalak İngilizcemle önüme gelen takımı arayıp bana şans vermeleri için yalvarıyordum. E-postalar gönderiyor, gecenin bir yarısı faks çekiyordum. İnternette bulduğum bir çeviri sitesi sayesinde oluşturduğum metni e-posta olarak gönderiyor veya telefonda okuyordum.
Standart konuşmam şöyle bir şeye benziyordu:
Merhaba, ben Sergio Pérez,
Meksikalı bir pilotum, ÇOK hızlıyım.
(Sonra can alıcı kısım.)
Ve bir sponsorum var.
Bu kadardı!! Bayağı iyi, ha? Sponsor önemliydi çünkü paramın olduğunu bilmeleri ilgilerini artırırdı. Tahmin edeceğiniz üzere aslında sponsorum falan yoktu fakat bunu daha sonra da halledebilirdim.
Bu rutini haftalarca sürdürdüm. Bir gün okuldan sonra garip bir şey oldu. Annem Marilú, beni almaya gelirdi ve hep geç kalırdı. Fakat o gün tam zamanında geldi. Diğer tüm ebeveynlerden daha önce gelmişti.
Arabaya bindiğimde “Günün nasıldı?” gibi bir şeyler demesini bekliyordum. Annem aslında çok sakindir. Fakat kapıyı kapatır kapatmaz bağırmaya başladı.
“TELEFONLA NERELERİ ARADIN?” dedi.
“Şey, Avrupa’daki yarış takımlarını aradım…” dedim.
“DELİRDİN Mİ SEN? NE KADAR PAHALI OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN???” diye karşılık verdi.
Öfkeden deliye dönmüştü! İlk önce abarttığını düşündüm fakat faturayı görünce… Fatura normalin 10 katıydı. Sanırım internette geçirdiğim saatler ve gece yarısı gönderdiğim fakslar tuzluya gelmişti. Evet, çok kızmıştı.
Ne yapmaya çalıştığımı anlamadı. Ona göre ben telefonla oynayarak parasını çarçur eden bir çocuktum. Hayalimin peşinden koştuğumu açıkladığımda, daha da Avrupa’ya arama yapılmayacağının garantisini aldı.
Bu bir kabustu çünkü artık sadece e-posta gönderebilecektim. Şimdi düşününce “Bu resmen çılgınlık Checo, gel vazgeç bu sevdadan,” diyebilirdim.
Fakat internetten fırsat kovalamaya devam ettim. Günlerden bir gün, Almanya Formula BMW’deki küçük bir takımı yöneten Günther Unterreitmeier adında bir adama ulaştım. İngilizcesi neredeyse benimki kadar kötüydü. Neyse ki Almanca konuşan bir arkadaşım vardı ve onun sayesinde bana çok hesaplı bir teklifte bulunduğunu öğrendim. Tabii ki bu teklifi kabul ettim. Aslında bırakın küçük bir bütçeyi, hiç bütçem yoktu.
Bulutların üzerindeydim. Sonunda Avrupa’nın kapıları bana açılmıştı.
Şimdi Carlos’u ikna etmem gerekiyordu….
Çok şanslıydım. Babam ve Adrián Fernández ile olan ilişkileri sayesinde Carlos Slim’i çocukluğumdan beri tanıyordum. Carlos aynı zamanda Escudería Telmex’in arkasındaki adamdı. Doğal olarak onunla iletişimde olmak çok önemliydi. Fakat beni Avrupa’ya göndermesi için onu ikna etmek başka bir olaydı. Parasını çöpe atarak zengin olmamıştı ve 14 yaşındaki bir çocuğu dünyanın öteki ucuna gönderme gibi bir planı da yoktu. Bunu ona teklif etmeyi istemiyordum fakat deli gibi de Avrupa’ya gitmek istiyordum. “Lütfen, yalvarırım Avrupa’ya gitmeme yardım et.” diye onu darladım durdum.
Her seferinde aynı şeyleri söylüyordu.
“Evlat, daha çok erken.”
“Avrupa’ya gitmemize gerek yok.”
“ABD de mükemmel.”
“Biraz daha bekleyelim.”
Falan filan işte.
Pek onunla aynı fikirde olmazdım.
Günther’den teklif gelince Carlos’u tekrar aradım. Beni dinledi mi? Yoooo. Pek sayılmaz. Hahaha. Bence sonunda ikna olmasının nedeni, gözlerimdeki tutkuyu görmesiydi. Çaresizdim. Her şeyi yapmaya hazırdım. Benden öyle bıktı ki beni farklı bir kıtaya gönderme fikri cazip geldi herhalde.
Ailem mutluluktan havalara uçtu. Çok geçmeden elimizdeki tek yön Münih biletiyle Toluca’ya doğru yola koyulduk. Uçakta uyuyamadım. Hepsi birbirinden kaliteli sürücülerle geçireceğim güzel zamanları hayal ediyordum. Çok eğleneceğimiz belliydi.
Uçaktan indiğimde Günther ile ilk kez yüz yüze geldim. Az kalsın ona, “Eee, diğer tüm sürücüler nerede?” diye soracaktım. 40 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra yaşayacağım yere vardık. Pencereden dışarı bakıyordum ve yerleşim yerlerinin git gide küçüldüğüne tanık oluyordum. Etraf gittikçe yeşilleniyordu. Çok geçmeden, “Nasıl ya?” dedim. “Burada doğru düzgün bina bile yok!“
Küçük bir köye vardık. Yeni evime gelmiştim.
Tarlalar. Ağaçlar. Traktörler.
Şok olmuştum.
Kimse bana böyle bir yerde yaşayacağımı söylememişti. Bunun benim için ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. 1,5 milyon nüfuslu şehir Guadalajara’da büyümüştüm. Diğer Meksikalı çocuklar gibi arkadaşlarımla takılırken en mutlu zamanlarımı yaşamıştım. Latinim; doğal olarak aileme çok yakınım. Etrafımda tanıdık insanlara ihtiyacım vardı.
Şimdi ise kamyon şoförlerinin uğrak noktası olan bir otele yerleşmiştim. Yapayalnızdım. Yapacak bir şeyim yoktu. Evi aramak çok pahalıydı. Messenger’da arkadaşlarım vardı fakat internet yoktu. Yeni insanlarla tanışsam bile Almanca bilmiyordum, İngilizcemse çok kötüydü. Tek arkadaşım, sadece hafta sonları gördüğüm Günther’di. Haftanın geri kalanındaysa spor salonunda vakit öldürüyordum.
Üç gün içinde çoktan delirme seviyesine gelmiştim.
Bir ay sonra yani kış testleri bittiğinde, Meksika’ya ilk kez geri döndüm. Herkesi tekrar görmenin beni ne kadar mutlu ettiğini anlatmaya kelimeler yetmez. Almanya’ya geri dönmek istemiyordum. Bundan hoşnut olmasam da oraya geri döndüm çünkü benim için eşsiz bir fırsattı.
Üç ay otelde kaldım. Harbiden çok zordu.
Neyse ki o günleri atlatmayı başardım. Daha sonra Günther bir restoran açtı ve bana onun üstündeki dairede kalabileceğimi söyledi. “Muhakkak otelden daha iyidir.” dedim.
Öyleydi de. En azından orada insanlarla görüşüyordum. Almanya’da okula gitmediğim için şefin yardımcısı gibi oldum. Yemek yapmayı oldu olası sevmemiş biri için hiç fena değil. Aslına bakarsanız bundan çok keyif aldım. Otele kıyasla restoran cennet gibiydi.
Sonraki birkaç yılda her şey çok hızlı gelişti. 17 yaşımdayken, İngiltere Formula 3’te yarışmak için Oxford’a taşındım. İki yıl sonra ise GP2’de iyi işler çıkarıyordum.
Oradaki ikinci sezonumdan sonra Sauber’le sözleşme imzaladım.
Aniden Formula 1’deydim.
Twitter alıntısı: Burası, 15 yaşındayken Almanya’daki evimdi. İmkansız bir hayalin peşinden koşmak için Meksika’dan ayrıldım! Hayallerinizden asla vazgeçmeyin. İmkansız ve çılgınca gözükse bile uğruna savaşmaya devam edin.
Bu olay 2011’de yaşandı ve hayatım değişti. Yıllarca yarışmana rağmen seni kimse tanımazken aniden Formula 1’e geliyorsun ve tüm dünya seni tanıyor. Meksika’da bu haber büyük yankı yarattı çünkü 30 yıldır Formula 1’de temsil edilmiyorduk. Sokakta aniden durduruluyorsun. Övülüyorsun, eleştiriliyorsun. Daha fazla işle, daha fazla baskıyla, daha fazla sorumlulukla baş etmen gerekiyor.
Pistte, kontrol sende. Pist dışındaysa Formula 1’de.
Fakat en zoru Formula 1’de kalıcı olmak. Bazı muhteşem anlarım oldu. Mesela 2015’te yarışmak için Meksika’ya geri dönmek gibi. Lisansımın iptal edilmesinden sonra ilk kez Meksika’da yarışmıştım. O gün Meksikalıların gösterdiği sevgiyi ve desteği asla unutmayacağım. Yarıştığım tüm takımlardan çok şey öğrendim. Fakat 2020’de Racing Point’le sözleşme yenileyemeyeceğimi anladığımda yolun sonuna geldiğimi düşündüm. F1’deki son sezonum olabileceğini hissettim ve neredeyse öyle de oluyordu. Ucundan döndüm.
Aslında çoktan emeklilik planlarına kafa yormaya başlamıştım. Sonra Red Bull sezonun son yarışında bana bir anlaşma teklif etti ve tabii ki güle oynaya kabul ettim.
Oracle Red Bull Racing için yarışmak büyük bir ayrıcalık. Böyle rekabetçi bir arabayla neredeyse her hafta sonu kazanmaya oynuyorsunuz. Bunun tüm pilotların hayali olduğuna şüphe yok. Red Bull ailesinin bir parçası olduktan sonra insanların gözündeki algım değişti çünkü çok önemli bir marka için yarışıyorum. Mekanikerlerle ilişkim çok iyi seviyede. Kazanmaya takıntılıyız ve bunu yaparken eğleniyoruz. Böyle olması önemli çünkü birlikte çok fazla zaman geçiriyoruz. Karımdan daha çok takımdakileri görüyorum!
Hayallerimdeki hayatı yaşadığım için çok şanslıyım. Her işin olduğu gibi bu işin de bazı zorlukları var. Fiziksel antrenmanlar, medya işleri, yarışlar derken çok yoğun bir takvimim var. Bu yoğun takvim ailemle geçirebileceğim zamanı kısıtlıyor. Bütün bir yıl gün gün saat saat ne yapacağım planlanıyor. Bir gün Avustralya’dayım, bir gün Avrupa’da. Bu şekilde yaşamaya başlayalı 10 seneden fazla oldu, yani artık bu rutine alıştım. Fakat her fırsatta Guadalajara’ya geri dönüyorum. Karım ve üç çocuğumla birlikte seyahat ediyorum. Akrabalarımla görüşüyor, arkadaşlarımla zaman geçiriyorum. Tıpkı normal biri gibi. Bazen yarış pilotu olduğumu bile unutuyorum.
Yani yarış dünyasında yerine getirmeniz gereken sorumluluklar, bu işi yapmak için ödediğiniz bedeldir. Bazılarına bunlar çokmuş gibi gelebilir. Bana hiçbir şeymiş gibi geliyor çünkü yarışmaktan, Red Bull Racing gibi muhteşem bir takımın parçası olmaktan ve Meksika’daki insanların gösterdiği sevgiden çok hoşnudum. Bu bedelleri ödemekten yana bir sıkıntım yok.
Aslına bakarsanız bu işi yapmanın bedeli hep belliydi. Şimdi geriye dönüp gece boyunca teptiğimiz 10 saatlik yolları, pazartesi sabahı doğrudan okula gitmeleri hatırlamak insana tuhaf hissettiriyor. Hoş değildi. Konforlu değildi. Arabada uyumaktan sırtım ağrıyordu. Nelerle uğraştığımı merak eden “normal” çocuklarla aynı sınıfta okuyordum.
Notlar ne olacaktı?
Harbiden buna değer miydi?
Neden kendimi bu rutinin içine sokmuştum?
Bunları anlamalarına imkan yoktu. Doktor veya avukat olma hayalleri kuruyorlardı. Bense motor yağı kokuları içinde köşede oturup uyanık kalmaya çalışırken bile yarışları düşünüyordum. O durumdayken bile başka bir işle uğraşmayı aklımın ucundan geçirmiyordum.
Yazının orijinal metni için tıklayınız.